Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Devletin eseri olarak kültür

Hükümetler toplumun kültürünü değiştirme konusunda en kudretli organdır. Elbette değişimi bir ölçüde gerçekleştirebilecek (Hollywood sinemasından Alibaba mağazalarına kadar) başka taraflar da var, ancak bu görevi başarma konusunda hiç kimse hükümete rakip olamaz. Bu vesile ile Amerikalı düşünür Benedict Anderson'un ulusal kimlik ve ulus-devlet kavramlarını incelemek için sağlam bir temel oluşturan görüşünden bahsetmek istiyorum. Anderson, bir ulusun veya ulusal grubun kimliğinin oluşumunun, tarihsel deneyimin seçici bir şekilde gözden geçirilmesi ve sonuçta ulusal kimliğin temel referansı olacak “ülkenin resmi tarihini” oluşturacak paragrafların belirlenmesi ile başladığına inanıyordu.

Hayatın gerçeklerine baktığımızda, insanların büyük çoğunluğunun kendilerini, başkalarının kendilerine söylediği bilgiler üzerinden tanımladığını görürüz. Mesela babalarınız, dedeleriniz ile ilgili bilgilerinize nasıl sahip oldunuz? Babanızdan veya komşularınızdan duyduğunuz bilgilerle değil mi? Peki, ya bu bilgiler abartılı, yanlış, yarı doğruysa ya da temenniler ve duygular ile karışmışsa, bu tarihin gerçekte nasıl olduğunu bilebilir misiniz?

Eğer kendiniz için bir aile ya da kabile kimliği ya da herhangi bir tür tarihsel deneyim iddia ediyorsanız, bilin ki bunlar başkalarının doğru ve doğrulanmış anlatılarından başka bir şey değildir ya da sadece "geçmiş olaylar" olabilirler. Anderson'un "hayali topluluk", yani hayali kimlik dediği şey de budur. Bu bence istisnasız tüm grup, mezhep ve milletler için geçerli olan bir tanımdır.

Anderson ayrıca ortak standart kültür olarak tanımlanabilecek bir şey üreten, aynı zamanda söylem dilinin, yani kamusal alanda söylenenler ve söylenmeyenlerin birleştirilmesine de katkıda bulunan matbaalardan, yani kitaplardan ve yazılı basından bahseder. Bu, "genel gelenek" dediğimiz şeyin ana temelidir. Seçici bir tarihe veya bu tarihte olup bitenlere ilişkin belirli bir anlayışa dayalı olarak kolektif benliğin birleşik bir imajının çizilmesine etkili şekilde katkıda bulunan örgün eğitimin ve kamusal sosyal platformların rolünü de unutmamalıyız.

O halde hükümetin kamusal kültürü şekillendirme ve yönlendirme gücü konusunda hiçbir şüphe yok. Çünkü bu görev için gerekli tüm araçlara sahiptir. Daha önce tüm hükümetlerin bu potansiyele yatırım yaptığını ve ihmal etmediğini belirtmiştim.

Ancak bazı insanların aklına şu soru gelebilir: Hükümet bu güce ne ölçüde yatırım yapmalı? Devletin toplum kültürünün yapıcısı olması doğru mudur, yoksa kamu yararı veya kamu düzeni için gerekli zemini hazırlamakla mı yetinmelidir?

Önceki araştırmalarda, geleneksel toplumlardaki orta sınıfın genellikle hükümetin kamusal kültürün yapıcısı rolünü, hatta bunun da ötesini benimsemesini istediği sonucuna ulaştım. Endüstriyel toplumlardaki orta sınıf ise hükümetin bu alandaki rolünü azaltma ve bu rolü kültürel alanda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını desteklemekle sınırlandırma eğilimindedir. Modern sosyolojinin en önde gelen babası Max Weber'in görüşüne göre bu ayrım, devletin modernleştirici rolünden kaynaklanmaktadır. Geleneksel toplumda, hükümet idaresi kamusal geleneklerin rasyonelleştirilmesinde ve geleneklerin filtrelenmesinde önemli bir rol oynar. Bu da kamusal yaşamın esnek ve modernleşme eğilimlerine duyarlı hale getirilmesiyle sonuçlanır. Bu, tam olarak orta sınıfın istediği roldür. Endüstriyel toplumlarda modernleşme görevi fiilen yerine getirilmiş, kültürel tercihler, modern insanın hiçbir tarafın kendisini kısıtlamasını veya nüfuz etmesini istemediği, bireysel özgürlüğün en geniş kapsamıyla ortaya çıktığı kişisel alan içerisinde sınıflandırılmıştır.

Devletin kendisini, ayrıntılarına müdahale etmeden ulusal kültürel çalışmanın hedeflerini planlamak ve desteklemekle sınırlamasının daha iyi olduğuna inanma eğilimindeyim. Bazılarımız hükümet inisiyatif almadıkça, toplumun hiçbir şey yapmayacağını söyleyebilirler. Bu oldukça olası. Ancak bunun, bu denklem üzerindeki bir tür olumsuz fikir birliğinin sonucu olduğunu düşünüyorum. O denklem de hükümetin her şeyin sahibi olduğu ve dolayısıyla her şeyi yapması gerektiğidir. Bu denklemi değiştirmeye başlarsak, bir süre sonra da olsa durum değişebilir.