Arap ve Filistin-İsrail çatışmasının arka planında bölgemizdeki ilke, toprak karşılığı barış ilkesiydi. Bu, barışın sağlanmasına temel teşkil eden 242 sayılı Güvenlik Konseyi Kararının hukuki yorumuydu.
Ama bugün başka bir ilke ile karşı karşıyayız; o da “kan karşılığı müzakereler”dir. Yani kanın karşılığı barış bile değil. Bunun en belirgin örneği İran Lideri Ali Hamaney'in Washington ile nükleer programa ilişkin müzakerelerin yeniden başlatılabileceği açıklamasıdır.
Hamaney, ülkesinin yeni hükümetine “düşman” ile iletişim kurmanın “hiçbir zararı olmadığını söyledi.” “Bu, belirli durumlarda aynı düşmanla etkileşime giremeyeceğimiz” anlamına gelmiyor ve bunda bir sakınca yok ama sakın düşmana ümit bağlamayın diye de ekledi.
Peki İran-Amerikan müzakerelerinin nükleer anlaşma zemininde yapılmasının bir zararı var mı? Tabii ki yok. Kimse bölgede yıkıcı bir savaş görmeyi arzulamıyor ama ortada gerçek bir kusur ve göz ardı edilemeyecek ciddi bir gözlem var. O da müzakerelerin zamanlamasıdır.
Gazze'deki savaş, Netanyahu herhangi bir esneklik göstermeden, 40 bin kişinin ölümü ve Gazze’de İsrail askeri makinesi tarafından gerçekleştirilen büyük yıkım ile birlikte 11’inci ayına girmesine rağmen İran Dini Lideri şimdi bu müzakereleri onaylıyor.
Dini Lider, İsrail-Lübnan cephesinin Hizbullah'a karşı genişletilmesi ihtimali, İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesi ve İsrail'in Batı Şeria'ya saldırısıyla birlikte artık müzakereleri onaylıyor. Tahran, Washington'u her zaman İsrail'i desteklemekle ve bölgede olup bitenlerde ortağı olmakla suçladı.
Dini Lider şimdi müzakereleri onaylıyor. Oysa ülkesi ve milisleri 7 Ekim saldırısının temelinde Filistin davasının korunması ve Filistin devlet projesinin başlatılmasının olduğu Suudi Arabistan-Amerikan müzakerelerini durdurmak için düzenlendiğini düşünüyorlardı.
İran Dini Lideri geçen yıl Aksa Tufanı'nın tam zamanında gerçekleştiğini söylemişti. İran'ın Tesnim haber ajansının aktardığına göre “Bunu kim yaptıysa, yeni Ortadoğu'ya yönelik büyük planı boşa çıkardı” diye eklemiş ve Aksa Tufanı’nın tam da bölgenin ihtiyacı olan şey olduğunu ifade etmişti.
Siyasi açıdan diğer mesele, Dini Lider'in müzakereleri şimdi, Amerikan yönetimi “topal ördek” aşamasında iken olumlu karşılamasıdır. Bu, Tahran'ın herhangi bir savaştan kaçınmak için “zaman geçirmek”, planlarını hayata geçirmek amacıyla güvenlik arayışında olan Netanyahu gibi Amerikan seçimlerine kadar güven içinde olmak istediği anlamına geliyor.
Bütün bunlar, 7 Ekim'in, Gazze ile ilgili müzakerelerde kendisine bir koltuk ayırma ve Hizbullah'ı yıkıcı bir savaştan korumaya çalışma umuduyla nükleer müzakere kartını oynamaya geri dönen İran için sonuç vermeyen nafile bir macera olduğunu doğruluyor.
Bunlar, benim “klavye mücahitleri” olarak adlandırdığım kişilerin ve barış için Washington ile müzakereleri ihanet olarak görenlerin sessizliği ortasında olup bitiyor. Bunlar olurken, Gazze'de haritalar da fiilen değişiyor. Daha önce, 11 Ekim 2023'te “Haritaları değiştirmemeye dikkat edin” diye bir yazı ile buna karşı uyarmıştım. Bu nedenle pek çok ihanet suçlaması ile karşı karşıya kalmıştım ve şimdi bu değişim bir gerçek oldu.
Dolayısıyla 7 Ekim'den bu yana tüm teorisyenlerin aklındaki soru şu; Gazze'nin bu çıkarlar yüzünden yok edilmesi kabul edilebilir mi? İran’ın hedeflerine ulaşması için dört Arap ülkesinin yıkılması kabul edilebilir mi? Modası geçmiş sloganlarla Arap insanının sistematik bir şekilde yok edilmesi kabul edilebilir mi?
En önemli soru ise şu; bölgemiz ne zaman ders alacak ve ödenen bedeller gerçek ve acı olacak?