Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Demokrasi çözüm değil

Bu çağda demokrasi, dünyanın konuştuğu ve insanları meşgul eden bir konu, ama adalete  ya da eşitliğe giden bir yol olduğu için değil. Aksine, uluslararası ölçekte kavram/silah olarak adlandırılabilecek şeyin en açık örneği haline geldiği için. Yani demokrasi, siyasette, ekonomide ya da başka alanlarda olsun rakiplere karşı bir silah olarak kullanılan fikri bir kavrama dönüştü.

Anlaşmazlıklar ve demokrasinin yaşadığı gelişmeler bir yana, demokrasi ilk olarak antik tarihte Yunanlılar döneminde görüldü, daha sonra Romalılar arasında çeşitli formatlarda devam etti. Ardından Avrupa'da Rönesans, Aydınlanma, monarşiler ve Kilise ile yüzyıllar boyunca devam eden çatışma dönemlerinde yeniden canlandı ve sonunda demokrasi, her düzeyde dünya lideri olmasından sonra Avrupa ve Batı'daki mevcut döneme ulaştı. Batı’nın dünya lideri olmasının akabinde demokrasiyi yaymak, tüm dünya ülkelerinin başına musallat olmuş bir kılıca benzeyen uluslararası bir misyona dönüştü.

Demokrasi tarihsel, politik ve sanatsal olarak Batı tahayyülünün bir parçasıdır ve bu nedenle onu Batı’daki sanatsal üretiminin çoğunluğunda her şeyle bağlantılı siyasallaşmış bir parça olarak görürüz. Demokrasiyi şiirde, öykülerde, romanlarda ve diğer yaratıcılık ve sanat türlerinde görürüz. Çocuklara küçük yaşta öğretilir, büyüdüklerinde ise kurumlar onu korur. Sınırsız örneklerden sadece birini verecek olursak; Game of Thrones gibi mükemmel bir dizide dallı budaklı çatışmalar ve düğümler sona erdiğinde, büyük düğüm çözüldüğünde, örgüsünün çözümün demokrasi olduğunu göstermek olduğuna dayandığı netleşir.

Dünyanın geri kalan ülkelerinde demokrasi bu şekilde ve yoğunlukta mevcut değildir. Çoğu ülkede demokrasi onu ilk kez ülkeye getiren sömürgecilik mirasıyla bağlantılıdır. Kadim bir medeniyete sahip olan Hindistan, nüfus açısından dünyanın en büyük demokrasi modeli olmasına rağmen, kadim mirasında demokrasiden eser yoktur. Demokrasiyi modern zamanlarda Hindistan'daki İngiliz sömürgeciliği döneminden miras almıştır. Bu başka ülkeler için de geçerli.

Demokrasi, Batı medeniyeti bağlamında gelişen, daha sonra Batı hegemonyası ile insani bir mekanizmadan bir tür kutsal teolojiye dönüşen insani bir mekanizmadır. Demokrasi sanki Fahreddin er-Razi’nin söylediği gibi zihinlerin ilerleyişinin sonu ya da daha sonra teorisini yeniden yorumlayan Fukuyama'nın dediği gibi tarihin sonuymuş gibi nadiren tartışılabilir. Demokrasiyi uluslararası kurumlarda, sivil toplum kuruluşlarında ya da medyada dünya ülkeleri üzerinde baskı kurmak amacıyla sıklıkla kullanılan “fikir özgürlüğü”, “insan hakları” gibi destekleyici kavramlar izledi.

Batı demokrasisi, daha önce de belirtildiği gibi, felsefenin ve kavramlarının gelişiminden, Batı medeniyeti bağlamında toplumların ve çatışmalarının gelişiminden oluşan uzun bir dizi üzerine inşa edildi. Bu nedenle üzerinde çokça konuşan, kavramlarını ve bu kavramların birbirleriyle olan ilişkilerini detaylandıran Batılı filozofların ölümsüz sözlerinden kolayca bahsedilebilir. Yunanlılardan Romalılara uzanarak modern Rönesans ve Aydınlanma dönemleri ve ardından da günümüze ulaşan tarihsel gelişiminin bir benzeri diğer insan uygarlıkları bağlamlarında bulunmaz.

Demokrasi Hindistan'ın birliğini koruyamadı ve Pakistan ile Bangladeş bağımsız oldu. İsrail nasıl iki devletli çözümü reddediyorsa, Yahudiler ve Filistinlilerin bir arada yaşadıkları, tam bir demokrasi ile yönetilen bir devlet olmayı da reddediyor. Biçim açısından İran gibi dünyanın bazı teokratik ülkeleri, demokratik mekanizmaları istediklerini hayata geçirmek için işletiyorlar. İran bu mekanizma ile oynamakta uzmanlaştı ve bu uzmanlığını, ülkeleri yok eden ve onları dış müdahaleye karşı savunmasız bırakan, engelleyici mezhepçi demokrasinin bariz bir örneğini temsil eden Lübnan'a ihraç etti.

Arap ve İslam dünyasına gelince, bölge halklarının çoğu için tanklar üzerinde gelen  Batı demokrasisinin güçlü bir şekilde var olan ve göze çarpan iki örneği vardır; ABD’ye karşı düzenlenen menfur bir terör saldırısı olan11 Eylül 2001 olaylarından sonra Afganistan ve Irak'ta yaşananlar. Demokrasi her iki ülkeye de girdi ve çeyrek yüzyıl boyunca desteklendi. Bugünse sonuç tam bir skandal; Afganistan'da Taliban hareketi, ABD'nin utanç verici geri çekilmesiyle yeniden iktidara döndü. Saddam Hüseyin'in diktatör rejimi arkasında, Iraklıların ABD'nin ülkelerini işgalinden önceki döneme özlem duymalarına neden olan mezhepçi bir demokratik rejim bıraktı.

Arap askeri cumhuriyetlerinin tamamı demokratikti ve bu demokrasiler çoğunlukla halklara onlarca yıl boyunca süren acımasız askeri yönetimler bıraktı. Bu yönetimlerin altında demokrasi, adaleti veya özgürlüğü desteklemeyen, adaletsizliği veya yolsuzluğu engellemeyen boş bir slogandan ibaret oldu. Bu rejimlere karşı çıkan siyasal İslam hareketlerinin de demokrasiye karşı tutumları çelişkilidir. Bir kısmı iktidara ulaşmak için demokrasiyi kullanırken, bir kısmı da dar partizan çıkarlar ve Batılı destekçilerle ilişkiler tarafından yönetildiği için bitmeyen bir tartışma ile demokrasinin İslam’ı inkar etmek, dinden ayrılmak olduğuna hükmetmiştir.

Son olarak, demokrasi sihirli bir çözüm değil, içinde hem fayda hem de zarar barındıran, aklın yönettiği bir insan ürünüdür.