Sudanlı büyük şair Muhammed el-Mekki İbrahim geçen haftanın başında hayata gözlerini yumup, son uykusuna yattı. Kahire'nin mezarlıklarından biri ona kucak açtı. Onun vefatıyla şiir, edebiyat, düşünce ve diplomasi ile dolu bir sayfa kapandı. İyilik ve incelik ile kavgalı bir dünyada, insanlığını mümkün olan her türlü nezaket, incelik ve hassasiyetle yaşayan bir insan bu dünyadan ayrıldı.
Muhammed Mekki İbrahim altmışlı yılların şairlerinden biridir. Hartum Üniversitesi'nde öğrenciyken ünlendi ve adı parladı. Adı, üniversite ve halkın Sudan tarihindeki ilk askeri rejimi devirdiği Ekim Devrimi'yle ilişkilendirildi. Devrimin şairi, ilk öncülerinden ve devrim olaylarının belgeleyicisiydi. İlk öğrenci marşından Sudanlı sanatçı Muhammed Verdi’nin seslendirdiği “Yeşil Ekim”, “Harika Çarşamba” ve şehit el-Kuraşi için yazdığı “Sevdiğim ve babam olan halka inanıyorum” şiirine kadar, Sudan halkının hafızasına derinden kazınan ve hâlâ da kazınmış olan çok sayıda şiir yazdı.
Muhammed Mekki İbrahim, Ekim Devrimi ile ilgili şiirleriyle o neslin devrim anayasasını yazdı. Daha sonra ilk şiir kitabı olan “Milletim: Bilinç, Hayal ve Öfke” ile insanları şaşırttı. Kitap, sadece Sudan düzeyinde değil, Arap dünyası düzeyinde yeni bir şiirsel atılımdı. Sudanlıların ona verdiği isimle “Vad Mekki”, şair Mahmud Derviş ve Emel Dunkul'un başlangıç dönemlerinde yaşadı. Ne şiirsellik ne şiirsel deneyimlere ve bilgiye açık hayal gücü, ne de görüntüler, yeni ve yenilikçi hayal gücü açısından onlardan geri kalır bir yanı yoktu, ancak çeşitli nedenlerden dolayı Arap okuyucuların şiirlerini tanıma şansı olmadı. Bu nedenlerden biri, Sudanlı yayınevlerinin Arap okuyucuya ulaşma konusundaki sınırlı kapasitelerine ve eşlik edecek bir eleştiri hareketinin yokluğuna rağmen şiirlerinin tamamını Sudan'da yayınlamasıdır. Bir diğer neden ise hareketlerini ve bazı yerlerde bulunmasını kısıtlayan diplomatik işinin doğası gereği Arap şiir festivallerine katılmaktan kaçınmasıdır. Onun şiirlerini büyük bir şairin doğuşunu müjdelemek için çeşitli forumlara taşımayarak, biz Sudanlıların ona haksızlık etmesi gibi Muhammed Mekki de kendisine haksızlık etti.
Mekki, altmışlı yıllarda yazdığı “Kays bin el-Mulavvah'a Kişisel Hakaret" adlı kibirli şiiriyle yetmişli yılların neslinin duygusal anayasasını yazdı. Şiirinde İbn Mulavvah’ın hikâyesini ne ona sempati duyan ne de yaşadığı trajediye üzülmeyen, aksine, sevdiğinin yokluğuna teslim olduğu, aşkını ve yaşamını savunmak için mücadele etmediği için onu suçlayan ve azarlayan yeni bir bakış açısıyla hatırlatıyordu. Son derece sert hakaretlerle sözlerini şöyle tamamlıyordu: “Gençliği satan ve aşkını terk eden, boynunu büküp, zamandan özür dileyen herkesin, elde ettiği genel sempatiyi aşağılıyorum.”
Mekki İbrahim, altmışlı yılların devrimci rüzgarlarıyla etkileşime girdi ve Hanoi ile diğerleri için yazdı, ulusal bağımsızlık ve onura özlem duyan özgür halkların mücadelelerini övdü. Ama yazdıkları arasında en güzelleri Almanya’da gurbette iken memleketi hakkında yazdıklarıydı. O, Devrim Sudanı’ndan içi halkıyla ve ülkesiyle dolu, göğsünde boyun eğmeyen ve kendisini aşağı görmeyen büyük umutlar taşarak ayrıldı. Oradaki beylerin karşısında ülkesi ve insanlarıyla övünerek durup şöyle dedi: “Sizin rüzgarlarınız yaşlı, kirli ve bozuk. Ülkemde ise biz havayı övgüler, evlerimizden taşan yemek ve misafir kokuları ile kokulandırırız.” Söz konusu şiir kitabında aynı zamanda Kız Kardeşim Aman'a Şarkılarım, Batı Treni, Heidi ve “gözlerinde böğürtlen var” gibi pek çok keyifli şiir de yer alıyordu.
Vad Mekki bir süre sessiz kaldı, sonra “Ben biraz nektar sen de portakal” adlı küçük bir şiir kitabıyla yeniden karşımıza çıktı. Vatanı her şeyi ile sevmek konusunda bu şiirde yazdıkları kadar ince ve derin bir yazı yoktur. Söz konusu şiir yetmişli ve seksenli yıllarda her şiir aşığının ve yazarının koruduğu bir ikon oldu. Muhammed Mekki vatanına olan sevgisini bu şiir kitabının ana şiiri ile damıttı. Böylece şiiri vatanlarını sevenlerin ağızlarından dökülen bir bala dönüştü. Vatanın mabedinde ıslandı. Ona kutsallığını ve sembolizmini kazandırdı, çeşitliliğini, çokluğunu, melez özünü, hurma ve abanoz ağaçlarını övdü. Birçok Sudanlı için kafa karıştırıcı olan kimlik sorusunu yanıtlamaya çalışan “Orman ve Çöl” ekolünü geliştiren ve kuranlardan biri olan Vad Mekki için bu durum pek de garip değildi. Bu ekolün teorisyenleri arasında şair ve yazarların yanı sıra Muhammed Abdulhay, Nur Osman Ebker ve Yusuf Aydabi de vardı.
Muhammed Mekki İbrahim daha sonra iki küçük şiir kitabı yayınladı; birisi Bahçe Gülde Saklıdır, diğeri Amriya'nın saklandığı yer adını taşıyordu. Buna ek olarak çeşitli şiir ve romanların yanı sıra, ilki “Sudan Düşüncesinin Kökenleri” diğeri Orman ve Çöl ekolü deneyimi üzerine olan iki kitap yazdı. Ayrıca diplomat olarak da görev yaptı ve ülkesini birçok ülkede büyükelçi olarak temsil edecek kadar işinde yükseldi.
Sudan’ın piramitlerinden biri daha acı verici bir dönemde hayata veda etti ama veda etmeden ve son sözünü söylemeden de aramızdan ayrılmadı; “Ben gidiyorum, o halde sevinin, ey galipler. İçi boş teneke gibi bilgeliğiniz çok ses çıkarıyor. Propagandanızı yapanlar çoğalıyor. Siz uzmansınız, sadece sizsiniz inanan. Bakın bize ve kendinize ne yaptınız. Ama Allah çok merhametlidir. Bilgeliği ve geçmiş günleri ile dolu yaşlı bir şahin, ömrünün sonunda sonsuz aşkından uzaklara gidiyor. Üveyik kuşunun inlediği akasya ormanından, mutluluğun renginin daha koyu, daha güzel olduğu onurlu çevresinden ayrılıyor.”