Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

ABD'nin iki yüzü var ve bu onun aydınlık yüzü

Bugünlerde dünya genelinde neredeyse bir araya gelen iki kişiden her biri, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı kızgın ve ondan nefret edenler arasında yer alıyor.

Kızgınlık ve nefretin ABD'nin kendisine ya da Amerikan halkına değil, gezegendeki sayısız kriz ve soruna, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere ve Lübnan'a yönelik acımasız savaşına ilişkin benimsediği politikalara yönelik olduğu anlaşılabilir.

Bunu unutsak bile, örneğin ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın savaşın başında İsrail'i ziyaret ettiğini ve İsrail’e giderken ya da ulaştığında, Sam Amca'nın ülkesinin Dışişleri Bakanı olmadan önce bir Yahudi olarak İsrail’i ziyarete geldiğini söylediğini unutabilir miyiz?

Unutsak bile ardı ardına ne kadar olay yaşanırsa yaşansın bunu unutamayız. Çünkü bu, Blinken’ın öylesine söylediği ve medya araçlarının naklettiği bir ifade değil, provokatif bir açıklamaydı. Dahası açıklama daha sonra Amerikan yönetiminin, savaşla ilgili veya İsrail ile ilgili bir meselenin tarafı olduğunda kendisini esas almaya başladığı pratik bir politikaya dönüştü.

Blinken'ın dinini bir kenara bırakması, geçen ayın yedisinde ikinci yılına giren savaşa bakarken dinini bir gözlük olarak kullanmaktan kaçınması umut ediliyordu. Bir arabulucu olarak ABD'nin arabuluculuk çabalarında asgari dürüstlük ve adalet standartlarından vazgeçmemesi ümit ediliyordu.

Amerikalı Bakan, söylediklerini ve savaşan iki taraf arasında uyguladığı politikaları kendiliğinden söyleyip uygulamıyordu ya da tek başına hareket etmiyordu. Aksine bütün bir yönetimin onaylanmış politikasını ifade ediyordu. Görev yaptığı yönetim aynı taraflı politikayı sürdürmeye kararlıydı ve hâlâ da öyle. Gazze ve Lübnan'da yaralanan ve öldürülen masumların başına gelenlerin suç ortağı olmadan görevden ayrılmayı reddediyor. Yalnızca Gazze Şeridi'nde ölü sayısının 50 bine yaklaşmış olması ve bu sayının çoğunluğunun çocuk ve kadınlardan oluşması yönetimdeki ekipten kimsenin kılını kıpırdatmadı.

Kader, ABD'nin bu talihsiz pozisyonunun Beyaz Saray için ABD başkanlık yarışının başlangıcı ve ardından yarışın bu ayın beşinde sonuçlanması ile aynı zamana denk gelmesini istedi. Kendi dönemlerinde takip ettiğimiz benzer yarışlar gibi sıradan bir yarış olmadığı için son yarış benzeri görülmemiş bir şekilde takip edildi. Dünyanın dört bir yanında insanlar, Kamala Harris'in destekçileri ile Donald Trump'ın kazanmasını arzu eden ve isteyenler olarak bölündüler.

Yüksek takip oranı, ABD'nin iç siyasi sistemine özgü olan ve başka hiçbir ülkedeki herhangi bir siyasi sistemde karşılığı olmayan hususlarla ilgiliydi. Yüksek seviyedeki takibin, sadece takip etmekten, Sam Amca'nın ülkesinin başkentinde olup bitenlere karşı bir tür gizli hayranlığa dönüşmesini sağlayan da bunlardı.

Dünyanın herhangi bir başkentinde seçmenin doğrudan kullandığı oy ile Seçiciler Kurulu adı verilen garip bir sistemi birleştiren bir seçim sistemi var mı? Bu sistem tuhaf çünkü 2016'da Trump'ın  her ne kadar o dönemde bir aday olarak, kaybeden aday Hillary Clinton'ın seçmenlerden aldığı oydan daha az oy almış olsa da Beyaz Saray'ı kazanmasının arkasında onun olduğunu biliyoruz.

Tuhaf olan tek şey bu değil, bir diğer tuhaflık, Washington D.C.'de yaşayan Amerikan vatandaşının oy kullanma hakkının olmamasıdır. Nedeni de sadece ABD'nin altı kurucu babasının, sakinleri seçim yarışlarında oy kullanmasın diye tarafsız bir bölge yapmayı tercih ettiği başkentte yaşamasıdır. Dolayısıyla Washington'daysanız, plakalara baktığınızda, başkentte yaşayan vatandaşın arabasının plakasına şu anlama gelen bir ifade yazdığını fark edersiniz; “temsilsiz vergiler.” Demek istediği, yüklenen vergileri diğer vatandaşlar gibi kamu hazinesine ödediği, ancak Senato ve Temsilciler Meclisinden oluşan iki kanadıyla Kongre'de, vatandaş olarak ödediği vergilerin ne şekilde harcandığını takip edecek temsilcilerinin olmadığıdır.

Sam Amca'nın ülkesinde tuhaflıklar asla bitmez, çünkü orada bir vatandaşın kalkıp seçilmiş başkan ile sertçe, cesaretle ve güçlü bir şekilde konuşabildiği sık sık görülür. Başkan ona “sen kimsin?” diye sorarsa, vatandaş hemen şu cevabı verir: Ben vergi mükellefiyim!

Vergi ödemek ona yürütme organının en yüksek otoritesi ile yüzleşme enerjisi ve hak ettiği gücü verir. Çünkü vergiler, kamu hazinesinin kaynakları arasında birincil kaynaktır ve seçilen başkan bu kamu hazinesinden maaş almaktadır. Bu nedenle, herhangi bir forumda kendisine hitap eden bir vatandaş aslında başkanın genel federal hazine tarafından ödenen maaşının ana finansörüdür. Bütün bunlar ABD'nin iki yüzü olduğunu gösteriyor; biri daha aydınlık olan iç yüzüdür. Diğeri ise onun karanlık ya da adaletsiz yüzüdür ve bölge içinde ve dışında bize gösterdiği yüz de budur.