Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Suriye krizine bir bakış

Ortadoğu entegre bir stratejik birim oluşturmaktadır. Bir uzuv şikâyet ederse, tüm uzuvlar uykusuz kalır ve ateşli hastalığa yakalanır. Aynı şey Arap dünyası ve İslam ümmeti için de söylendi. Strateji uzmanları da Avrupa kıtası, Hint-Pasifik bölgesi veya Güneydoğu Asya için aynısını söylüyorlar. Bu bölgelerde tarih, daha önceki tarihsel aşamalardan bildiğimiz yolu izliyor. Yani bir bölgede bir sıkıntı ve çatırdama meydana gelir ve oradan tüm insanları etkileyen büyük bir yayılma söz konusu olur. Fransız Devrimi patlak verdiğinde tüm Avrupa sarsılmıştı. Napolyon'un orduları Avrupa'ya yayıldığında ilerleyişleri Moskova'da durmuş, soğuk ve dona mağlup olarak geri dönmüşlerdi. O zaman bir barış sistemi kurmak gerekiyordu ve bu İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya'dan oluşan Avrupa sistemi veya “Avrupa Uyumu” oldu ve Napolyon'un nihai olarak yenilgiye uğratılmasından sonra Fransa da buna katıldı. Bu sistem Avrupa’ya 100 yıllık bir barışı garanti etti, ancak Almanya iki yüzyıl boyunca Avrupa'nın sıkıntılı merkezi olarak kaldı ve iki dünya savaşının kaynağı oldu. Ortadoğu her ikisi savaşın da sahnesi oldu. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde dünyadaki diğer sömürülenler ile birlikte direniş ve mücadeleyle elde ettiği bağımsızlık için çabaladı. Bağımsızlıkla birlikte iki bin yıl önce burada var olduğunu söyleyen ama kökenleri Avrupa'daki Yahudi karşıtlığına dayanan bir devlet daha geldi; İsrail. Seksen yıl boyunca bağımsızlık, ilerleme yönünde büyük bir atılım gerçekleştirmek için yeterli olmadı. Bazen komşularıyla, bazen de Filistinlilerle doğrudan çatışmanın merkezi haline gelen İsrail, bulmacasını çözmeyi başaramadı.

Şu anki sahne 7 Ekim 2023'te, uzak acıları yeni bir gerçekliğe dönüştürme iddiasıyla başladı. Ancak bir yıl veya daha fazla bir süre sonra, Arap Körfezi'nden Kızıldeniz'e, Kızıldeniz'den Akdeniz'e kadar uzanan, karşılıklı füze ve İHA saldırılarına sahne olan bölgesel bir savaşa dönüştü. Savaş sahaları artık Gazze'yi, Lübnan'ın güneyini ve İsrail'in kuzeyini kapsıyor ve hepsinde yıkım, yerinden edilme, zafer vaatleri ve yenilgi sahneleri yaşanıyor. Savaşa başka ülkelerin parmakları ve bölgelerin pençeleri de karıştı. Bunun son örneği bugün gördüğümüz gibi kanayan Suriye bedeninde görüldü. Ailesi 54 yıl boyunca Suriye'yi yöneten Beşşar Esed'in Baas rejiminin durumu hakkında ortaya çıkanlar ile cisim buldu. Suriye'deki mevcut sahne tamamen yeni değil, çünkü Birinci Dünya Savaşı sırasında da aynı sahneyi yaşamıştı; birbiri ardınca Büyük Arap İsyanı’na, Fransız sömürgeciliğine, Sykes-Picot Anlaşması’na ve Balfour Deklarasyonu’na tanık olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlığını kazandığında askeri darbeler birbirini takip etti. Suriyeli subaylar darbelerden kurtulmak için birlik arayışıyla ve aşiretleri, mezhepleri, askeri rütbeleri ortadan kaldırması umuduyla Mısır’a yöneldi. Ama denildiği gibi huylu huyundan vazgeçmez, Suriye Mısır'ın da aleyhine döndü, ayrılık birliğe darbe yaptı ve Suriye alışık olduğu darbelere geri döndü.

Kendisine destek veren Lübnan Hizbullahı, İran Devrim Muhafızları ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından terk edilen Suriye, şimdi bölgede devam eden çatışmanın merkezine dahil oldu. Şimdi artık üç büyük stratejik duruma ve krize son verme fırsatı var. Birincisi, daha geniş bir olgu olan ve diğer Arap ülkelerinde rejimin veya yönetimdeki liderin devrilmesiyle sonuçlanan Arap Baharı kapsamında yer alan Suriye Baharı’nın sona ermesidir. Suriye, yönetiminde en sert yöntemlere başvuran Beşşar Esed yıkılmayıp yakın bir zamana kadar ayakta kaldığı için diğerlerinden ayrılmıştı. İkincisi, “ileriye atlama” durumunun sona ermesidir. Suriye’de Baas rejimi, mezhepçiliğin ve etnik ayrımcılığın ortadan kalkması hayaliyle “ebedi mesaj” sahibi Arap ulusunun birleşmesi yönünde çabalamaya dayanan bir teori üzerine kuruluydu. Üçüncüsü ise geriye gidişin sona ermesidir. Burada Suriye’nin, Müslüman Kardeşlerle başlayan, Suriye-Irak sınırındaki DEAŞ ile bitmeyen, tüm boyutları ve şiddetiyle daha geniş bir örtü olan siyasal İslam içinde erimesi öngörülüyordu. Müslüman Kardeşler ile DEAŞ arasında ise Hilafet Devleti örgütleri ile “Zeynebiyyun”, “Nureddin el-Zengi”, “Hurras ed-Din” ve “HTŞ”ye dönüşen “el-Nusra Cephesi” gibi isimler yer alıyor. Buradaki metaforlar, coğrafyanın, tarihin, din ilkelerinin, özgürlüğün, demokrasinin dağınık parçalarını bir araya getiren, daha büyük bir Suriye hayalleriyle zengin bir ortamdan geliyordu. Ama sonuçta hiçbir şey olmadı. Her başlangıcın bir sonu olduğu gibi; Suriye'de de önceki tüm sonlar başlangıç ​​noktasına döndü, o da ulus-devlet! Gerçek şu ki, Suriye'de yaşananlar, silahın yasal olarak tekelinde olduğu, anayasa ve kanunları uygulayan bir merkezi otorite ve toprağa ait vatandaşların yaşadığı bir ulus-devlet inşa etme konusundaki tarihi başarısızlığın sonucudur. Bu bakımdan Suriye, yönetici elitlerin yönetişim, yasama, siyasi ve ekonomik kalkınma, inşaa alanlarında devlet kimliğini ve mantığını oluşturmada başarısız olduğu bölgedeki diğer ülkelerden çok da farklı değil.