Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bugünün hükümeti ile dünün hükümeti

Suriye bugün, fikir dünyası ile gündelik olgular arasındaki mesafenin ölçüldüğü canlı bir laboratuvardır. Aydınların günlük tartışmalara katılmak yerine teori üretmekle meşgul olmalarını eleştirenlere alışkınız. Dahası “teorileştirme” kelimesini “yararsız” ifadesiyle eşitleyenleri de gördüm. Böyle bir anlayışın yaygınlığı genel kültürde ciddi bir kusuru ortaya koyuyor; zira teorileştirme derin, canlı ve yenilenmiş düşünceyle eş anlamlıdır.

Suriye laboratuvarında üzerinde durulmaya değer meselelerden biri de siyasal sistemin özünü oluşturan asabiyet, yani çekirdek meselesidir. Bu çekirdek ordu olabilir, kabile olabilir, mezhep olabilir, iktidar partisi olabilir veya yöneticilerin mensup olduğu etnik grup olabilir.

Bu, çok eski zamanlardan beri bilinen bir husustur. Araplar, otorite ve iktidar kaynaklarının kabile veya kabileler arası ittifakla sınırlı olduğu dönemden itibaren bu kavramla tanışmışlardır. Daha sonra bu tarihi pratiğin teorik bir tanımını yapan Abdurrahman İbn Haldun geldi. İbn Haldun’un devletin bekasının asabiyete bağlı olduğuna karar verdiğinde, çekirdek veya toplumsal tabanın oynadığı rolü tasvir etmekte biraz aşırıya kaçtığını düşünüyorum. Zira ona göre asabiyet zayıflarsa devletin gücü ve otoritesi azalır, çöküşe doğru gider.

İbn Haldun, basitçe ifade etmek gerekirse, yönetimin istikrarının, güç kaynaklarının belirli bir grubun tekelinde olmasına ve onun bu güç kaynaklarını tıpkı bir savaşçının ganimetini tekeline alması gibi korumasına bağlı olduğuna inanıyordu. İktidar sahibi bir kabile, mezhep, siyasi parti, ideoloji, etnik grup veya benzeri bir şey olabilir. İbn Haldun daha sonra bu tür siyasi örgütlenmelerin, eşyanın mantığına göre, kısa ömürlü olduğunu, devletin gerilemesinin ise nesilden nesle geçişle gerçekleştiğini tespit eder. Birinci kuşak genellikle güçlü ve zeki, güç yaratmaya ve onun kaynaklarını çoğaltmaya meraklı kişilerden oluşur. Sonra rahat yaşamaya ve kolay kazanmaya alışmış, kazanmak ve korumak için çaba harcamayan, aksine çaba harcamadan iktidarı ele geçiren ve anlayış eksikliğinden, yönetememekten veya güven içinde yaşama arzusundan dolayı otoritesini aşırı kullanan nesil gelir.

İbn Haldun'un bu görüşü, siyasal otoriteyi, onu elinde bulunduranın bir ganimet olarak gördüğü siyasal kültür örüntüsünü yansıtıyor. Bu anlayışın geçmişte ve günümüzde dünyanın her yerinde yaygın olduğu aşikâr; ancak Avrupa'nın 19. yüzyıldan bu yana tanık olduğu bilimsel ve ekonomik dönüşümler, bu anlayışın değişmesine, siyasal otoritenin iktidardaki insanların mensup olduğu sınıfın, partinin veya zümrenin temsilcisi değil, yurttaşların temsilcisi haline gelmesine yol açtı.

Bu değişimin ardındaki sır öncelikle kültüreldir; genç-yaşlı, zengin-fakir ayrımı yapmadan vatanı bütün yurttaşların ortak malı olarak gören yeni anlayışın yerleştiği bir kültürün sonucudur. Bu dönüşüme bağlı olarak, iktidarın dizginlerini elinde tutan kişinin, vatandaşları temsil eden ve onların çıkarlarını kendi seçimleriyle yöneten, onlar üzerinde bir efendi veya onların kaderlerini kontrol eden bir zorba değil, onlar için çalışan kişi olduğu söylendi. Bu, insanlık tarihinde, bugün “modern devlet” olarak bildiğimiz şeyin ister kabileye dayanan emirlik ister imparatorluk olsun “eski devlet”ten ayrıldığı bir dönüm noktasıdır. Eski devletlerde hükümdar kimseye karşı sorumlu değildi. Bakanların ve diğerlerinin denetleme veya yasama organlarına veya topluma “hesap vermesini” gerektiren modern devletin aksine, insanlara ne yaptığını söylemek veya politikalarını onaylamalarını istemek görevi yoktu. Hesap verme ve sorumluluk ile güç ve iktidar mutlak olmaktan çıktı; bilakis, kanun ve uzmanların görüşleri ile denetleme ve yasama organlarının kısıtlamalarına tabi hale geldi.

Suriye'de ne bekleyebiliriz; orduya, partiye ve mezhebe dayanarak yönetilen eski devletin devamı mı, yoksa gücünü dini ve etnik kökenlerine, sosyal sınıflarına bakılmaksızın kitlelerin katılımından ve memnuniyetinden alan modern bir devlet mi? Herkesin kendi ülkesinin sahibi olduğu ve dolayısıyla yönetimine ortak olduğu gerçeğine dayanan bir politika mı, yoksa ülkenin geri kalan halkını hiçe sayarak, kendisini “hak sahibi”, yani ait olduğu ve çıkarlarını temsil ettiği toplumsal sınıfın temsilcisi olarak gören bir politika mı? Bu, yeni Suriye dönemi için ciddi bir sınavdır.