Hazım Sağıye
TT

Yüreği parçalayan kalabalıklar ve zaferin gürleyen sesi

Tarihte büyük kalabalık yürüyüşler yaşanmış, mitlere, efsanelere malzeme olmuş, hayal gücünü zenginleştirmiştir. Zira bir insan kalabalığının yürüyüşü, acılarla dolu zorlu yollarının imgeleri kadar, duyguları da harekete geçirir. Başlangıç ​​noktası gibi sözde kurtuluşun beklendiği son durak da etkili acılarla doludur. İkisi arasında yaşanan acılarsa durdurulamaz bir ilham kaynağıdır. Bu nedenle kalabalıkların hareketi birçok kişiye tarihin kendi aleyhine dönmesinin bir örneği yahut o tarihin şu ya da bu yöne iterek bütün enerjisiyle çalıştığının bir kanıtı olarak görünür.

Musa'nın öyküsü kalabalıklar ve onların mekanı aşarak bir anlam yaratma aşamasına geçişlerinde temel olma niteliğini korumaktadır. Dini anlatıya göre İsrailoğullarını Mısır'daki kölelikten kurtarmak üzere Tanrı tarafından seçilen Yahudilerin peygamberine, Firavun'u halkını serbest bırakmaya ve Mısır'ı terk etmelerine izin vermeye ikna etme umuduyla veba, ölümcül hastalıklar ve diğer şeyleri yaydığına dair inanılmaz mucizeler atfedildi. Daha sonra Kelimullah (Allah ile konuşan) asasıyla Kızıldeniz’i yardı ve halkının başında 40 yıl sürecek bir yolculuğa çıktı. Yolculuk onun ve onların Vaat Edilen Topraklar’ın sınırlarına varmaları ve kendisine Sina Dağı’nda Tevrat’ın indirilmesi ile sona erdi. Yine Sina Dağı’nda Yaratıcıdan, emir ve yasaklarına uyması şartıyla Musa’nın halkına bir toprak verme ve onları diğer halklara üstün kılma vaadini aldı.

İsrailoğullarının denizi geçişi ilk kez, geçmişteki parçalanmışlığı kapsamlı bir amaca, bir tür ardışıklık ve nedensellik yasasına ulaşmaya çalışan birliğe ve yönelime dönüştüren bir tarih kavramı sunduğundan, Tevrat artık sadece tarih olmaktan çıktı, ona bir tarih felsefesi katarak eşsiz hale geldi. Böylece onun, Antik Yunan ve Roma kaynaklarının ötesine geçerek, Avrupalı ​​düşünürlerin dünya görüşünde birincil kaynak haline geldiğini gördük.

Dolayısıyla, geçiş yoluyla gerçekleştirilen kurtuluş hedefine ulaşmak, pek çok kişinin mutlaka dindar olması veya Tevrat’ta anlatılanlara inanması gerekmeden, ilham aldığı ve taklit ettiği bir örnekti. Modern zamanlarda ise dünyayı geçiş fikrine ve bunun kurtuluşla taçlandırılmasına inandırmak için yalan veya propaganda teknikleri, ideolojik anlatılar ve yorumlar devreye girdi. Örneğin 1922 yılı sonlarındaki Roma’ya yürüyüşe katılan faşistlerin sayısı 30 bini geçmiyordu. Çin'de 1934-35 yıllarında yaşanan Uzun Yürüyüş aslında ilerleyen Kuomintang güçleri karşısında bir geri çekilme ve yenilginin öyküsüydü. On bin kilometre yol kat eden 100 bin komünistten sadece 8 bini hayatta kalabilmişti. Ama yine de Uzun Yürüyüş, Mao Zedong'un liderliğinin güçlenmesinde ve dolayısıyla 1949'da Çin'i ele geçirmesinde önemli bir rol oynadı. Aynı şeyi daha önce de Roma’ya Yürüyüş başarmıştı. Kral Üçüncü Victor Emmanuel bunu duyduğunda korkudan dişleri birbirine çarparak boyun eğmiş ve Benito Mussolini’yi hükümeti kurmakla görevlendirmişti.

Son birkaç on yılda, trajediden başka bir şey olmayan ve daha fazla trajediye geçişten ibaret olan, ne kurucu Tevrat anlatısından ilham alan, ne de sahte zaferler iddia ederek kendini yalanlayan kitlesel hareketlere tanık olduk. Örneğin Kuveyt’i işgal etmesi üzerine uğratıldığı yenilgiden sonra ayaklanmalarına karşılık olarak Saddam Hüseyin'in 1991 yılında kendilerinden intikam aldığı Irak Kürtlerinin, 750 bini İran'a, 280 bini de Türkiye'ye sığınmıştı. 300 bini de Irak-Türkiye sınırında toplanmıştı. Kürtler o dönemde kazandıklarını söylememiş, ABD'nin Kuzey Irak'ı Saddam uçaklarına yasak bölge deklare etmesini beklemişlerdi. 1994 yılında, sadece 100 gün içinde 2 milyon Ruandalı yurt dışına kaçtı, 1,5 milyon kişi de ülke içinde mülteci haline geldi. Buna bir de o dönemde toplam nüfusu 7 milyonu aşmayan ülkede Tutsilerin yanı sıra ılımlı Hutuların da aralarında olduğu yaklaşık 1 milyon kişinin öldürülmesi de eklendi. 2011 yılından sonra öldürülen ve yerinden edilen Suriyelilerin oranı da büyük ölçüde Ruandalıların oranına yakın. Toplam nüfusun yarısından fazlası ya iç göçe veya yurtdışına iltica etmeye zorlandı, yarım milyondan fazla Suriyeli öldürüldü. Irak Kürtleri örneğinde olduğu gibi, Ruandalılar ile Suriyelilere de ruhlarının derinliklerine işleyen, neredeyse dilsiz ve sessiz bir acı hakim oldu.

Son olarak Güney Lübnan'da, ama özellikle Gazze Şeridi'nde de, kalabalıkların yıkılmış bölgelere geri döndüğüne veya yıkılmış evlerine dönmelerinin engellendiğine dair yürek parçalayıcı görüntülere tanık olduk. Kalabalıkların başının üzerinde, geri dönmelerine izin vermek mi yoksa onları engellemek mi gerektiğine karar vermeye çalışan kibirli ve saldırgan bir İsrail sopasının ağır gölgesi dolaşıyor. Çünkü burada ne bir kurtuluş, ne bir vaat, ne de bir kurtuluş veya vaat uydurmada başarılı bir endüstri var. Sadece “mutlu yolculuğu organize edenlerin” kazandık diyen gür sesinin eşlik ettiği her şeyini kaybetmiş, mağlup, perişan, yoksul kişilerin görüntüleri var.

Bu bir hayal kırıklığı. İçler acısı, acı verici, üzücü, aşağılayıcı, uzun süreli bir umutsuzluğa sevk edici bir durum.