Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Din ve ideoloji: Kim kiminle rekabet ediyor?

“İdeoloji” kavramının ve uygulamalarının, politikacılar ve entelektüeller için olduğu kadar halk için de son derece hassas olduğu açıktır. Bu görüş izlenimsel bir görüş olarak kalacaktır, çünkü kavramın tüm insanlar için aynı olduğundan şüphe duyuyoruz ve insanların kavramdan ne istedikleri ile neyi reddettikleri arasındaki mesafeyi bilmiyoruz.

Her halükârda kavramın kökenine, etrafında dönen tartışmanın nedenine ve özellikle de kendisinden şüphelenen veya reddeden tutuma kısaca göz atmak faydalı olabilir.

Kaynaklar, “ideoloji” kavramının 1796 yılında Fransız düşünür Destutt de Tracy tarafından ortaya atıldığını söylüyor. De Tracy, insanın çevresiyle etkileşime giren beş duyudan gelen verilerin zihne nasıl iletildiğini ve burada fikir sistemleri oluşturmak için nasıl kullanıldığını açıklayacak yorumlayıcı kurallar oluşturmaya çalışıyordu. Tracy'nin, insanın şeyler hakkındaki düşüncelerinin bir yandan tarihsel hafızası, diğer yandan kendisini çevreleyen koşulların bileşenleri tarafından yönetildiğine inanan İngiliz filozof Francis Bacon'dan etkilendiği söylenir. Bu teoriye yaygın olarak “Zihnin Dört İdolü” denir. De Tracy, fikirlerin doğuşundan bir dizi halinde konumlanıp bütünleşik bir sistem oluşturana kadar olan hareketini açıklayan genel bir kural oluşturmak istiyordu ve bu projeye “ideoloji” adını verdi.

Tracy, insan zihninde doğan her fikrin bir sistem içerisinde doğması gerektiğine ya da daha sonra bir sistem halinde organize edilmesi gerektiğine kesinlikle inanıyordu; çünkü zihinde diğer bir fikirle bağlantılı olmayan tek bir fikir yoktur.

Terim, 19. yüzyılın ortalarında Karl Marx'ın yazılarında yer aldıktan sonra daha fazla yaygınlık kazandı. İronik olan, Marx'ın başlangıçta ideolojiyi eleştirmesiydi; ideolojinin gerçekliğe dair yanlış bir farkındalık yarattığını söylüyordu. Ancak daha sonra, bizim “ideoloji” dediğimiz şeyin bir modelini temsil eden bütünleşik bir fikir sistemi oluşturmaya yöneldi. Marx'ın farkında olmadan buna yönelmediği, komünist doktrini kapsamlı ve büyük ölçüde kapalı bir ideoloji olarak inşa etmek istediği açıktır. 20’inci yüzyıl boyunca da çoğu büyük komünist parti, kendi içinde ideolojik eğitim ve öğretim için özel bir bölüm kurdu ve bunlardan bazıları açıkça bu ismi taşıyordu.

Özünde ve prensipte ideolojiye karşı pek çok itiraz vardır. Önceki yazımda onu “hakikati örten” veya “ormanı gizleyen ağaç” diye adlandıranlar olduğuna yer vermiştim. Ama ben en belirgin olduğunu düşündüğüm itirazlar üzerinde durmak istiyorum, o da ideolojinin bir tür dini kılığa bürünmesidir.

İdeoloji, bilgiyi, kişisel davranışları, insanın başkalarıyla ve doğayla olan ilişkilerini tek bir sistem içerisinde düzenleyen kapsamlı bir sistem olarak tanımlanmaktadır. İşte dinin işlevi de tam olarak budur ve bu nedenle ideolojinin, dinin uzmanı olduğu varsayılan işlevler için onunla rekabet ederek, adeta onun yerini aldığı söylenir.

Din ile ideoloji arasındaki mesafenin çok geniş olduğunu biliyoruz; birincisi Yaratıcıdandır, ikincisi ise insan ürünüdür. Din insanın dışına değil, içine odaklanır. İnsanın özel görevi kalbini temiz tutmak, eksikliklerden veya ihmallerden dolayı kendini suçlayarak ve bunlar için Yaratıcıdan özür dileyerek kalbini arındırmaya devam etmektir. Din insanın Yaradan’a doğru cezp halidir, insanın diğer insanlara doğru atılımı değildir. İdeoloji, taşıdığı ideolojinin eksiksiz olduğu, eksikliğin kendisinde veya taşıyıcısında değil, çevrede olduğu ön kabulüne dayanarak insanın canlı çevresine odaklanır. Başka bir deyişle; ideoloji içeriden dışarıya doğru hareket eder, bulunduğu çevreden daha üst bir düzeyde olduğunu varsaydığından, çevreyi değiştirmeyi amaçlar ve hataya tahammülü yoktur.

Şimdi soru şu: Bir grup insan, bir dinin adını taşıyan, onun diliyle konuşan, onun sloganlarını ve görünümlerini benimseyen, kendini dinin temsilcisi ve dininin koruyucusu olarak gören, ancak kendisi ve tüm öğretilerinin temel içeriği insan yapımı olan bir hareket kurarsa ne olur? Bu söylem bir “din” olarak mı yoksa bir “ideoloji” olarak mı sınıflandırılmalı? Yani, söylemin ilahi suretine mi yoksa insani içeriğine mi odaklanmalıyız?