Ruhani'nin cumhurbaşkanlığı döneminde, 2013'ten 2022'ye kadar sekiz yıl boyunca İran Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Muhammed Cevad Zarif'in kitabının başlığı bu olmalıydı, fakat kendisi, bu başlıktan vazgeçerek kitabına “Diplomasinin Dayanıklılığı” adını verdi. Gerekçe olarak da mevcut İran nesline kötümser bir mesaj vermek istememesini gösterdi, lakin kitap, 19 yaşında katıldığı rejimin tarihi hakkında buruk bir tat taşıyor!
Kitap bu yıl Arapça olarak yayınlandı ve “Arap-İran ilişkileri”nden olumlu bir şekilde bahseden Arapça bir giriş bölümü de içeriyor. Bu giriş bölümü Farsça versiyonunda yer almıyor.
Bazıları Zarif'i reformist olarak sınıflandırsa da o bunu reddediyor; kendisini İran devletine sadık biri olarak nitelendiriyor. Ne var ki bu kitap büyük ölçüde, özellikle de sert muhalifleri olan 2015’teki nükleer anlaşmadaki rolünü savunma çabası içeriyor.
Bu kitabı okumak, İran'ı destekleyen Arap anlatılarının kapsamını ve İran meselelerine dair mütevazı anlayışlarını ortaya koyuyor. Zira birçok anlatı, İran'ın siyasi davranışını bir halı dokumacısı gibi görüyor!
Kitaba göre ise bu halı deliklerle dolu. Yayıncının yazdığı giriş bölümünde şöyle deniyor: “İran siyaseti treninde, itiş kakış, darbeler veya başarısızlıklar nedeniyle garantili koltuklar yoktur.” Yani İslam Cumhuriyeti rejiminde koltuklar garantili değil ve Zarif, İran diplomasisinin gidişatına ve dalgalanmalarına dair kapsamlı bir tablo sunuyor. Öyle ki, BM'de İran’ı temsil eden en üst düzey yetkili iken, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın ondan tüm bilgileri ve kartları esirgemeye karar verdiğini, medyadan bilgi aldığını, son kararın ise Dini Lider'in elinde olduğunu anlatıyor. Ruhani onu dışişleri bakanlığına aday gösterdiğinde, Dini Lider'in adaylığı onayladığını “memnuniyetle” bildirdiğini söylüyor.
“Yılların hasadı içinde, bazıları kendi yargılarıma göre doğru, bazılarından ise acı dersler çıkardığım birçok durumla karşılaştım” diyor.
“Horasan'dan Endülüs'e uzanan ve kendini bilim ve sanatta ifade eden” Arap ve İslam medeniyeti ile ilişkiye değiniyor ve “Tarih ve coğrafya bize ortak bir kader dayattı. İlişkilerimizi bir savaş alanı olarak değil, uyum ve hoşgörü üzerine inşa etmeliyiz” ifadelerini kullanıyor. Bunlar güzel sözler, ancak mezhepçiliği milliyetçilikle karıştırarak şunu da ekliyor: “İslam'ın altın çağı, varlığını Şiiliğe ve İran'ın yumuşak gücüne borçludur.”
Zarif, kitapta ve anlaşılabilir bir ölçüde, beklenen Mehdi'ye ve yardımcısı olan Dini Lider'e olan inancını gizlemiyor. Bu bir tür takiyye olabilir; zira hiçbir İranlı yazar, bu ifadeleri vurgulamadan, İran'da kitap yayınlayamaz. Ama aynı zamanda “iki kutupluluktan” ve birden fazla kurumun varlığı nedeniyle devlet politikalarının birbiri ile çelişmesinden de şikayet ediyor.
Kitap aynı zamanda burukluklarla dolu ve devrimci İran'da, kısmen şahinler kısmen de güvercinler arasındaki mevki ve güç kapışmaları nedeniyle birçok düşman edindiğini anlatıyor. Her iki grubun da bu kapışma sırasında Velayet-i Fakih’in gölgesini kullandığını söylüyor. Zarif, üretim ve sanayinin zayıflamasından, ülkenin bilim ve bilgideki gerilemesinden, “bilim adamlarının göç etme noktasına gelmesinden”, ekonominin yavaşlamasından ve ardından felç olmasından yakınıyor.
Sayın Zarif, çarpıcı bir şekilde ülkesi ile Körfez ülkelerindeki gelişmeyi ise şöyle karşılaştırıyor: “Aynı zamanda İran'ın komşuları büyük değişimler geçiriyordu. Bazı komşu ülkeler yabancı sermaye çekme ve insani kalkınma planlaması yapma yolunda ilerliyorlardı ve bu yönde inanılmaz ilerlemeler kaydetmişlerdi.” Ancak “İran kayda değer bir stratejik başarı elde edememişti.”
Bu satırların yazarı, bir “karşı model” oluşturmanın önemiyle ilgili olarak bu ifadeyi özellikle alıntıladı. Zira İran elitinin önemsediği ve hatta taklit etmek istediği model budur.
Zarif, İran'ın nükleer silaha ihtiyacı olmadığı gerçeğini gizlemiyor, ancak şöyle diyor: “Biz İranlıların kültüründe, gerçekçi çözümler çıkmaz sokakta ilerler. Aşırılığı savunanlar kahraman olarak nitelendirilirken, ulusal ideallerini imkânlar çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışanlar uzlaşmacı ve aldatılmış olarak tanımlanırlar!”
Ayrıca, Fars siyasi kültüründeki çarpıklıkları da görüyor ve uzlaşmaya başvurmanın bazılarına göre ideallerden ve değerlerden vazgeçmek, pervasızlığın ise takdire şayan bir davranış olarak görüldüğünü belirtiyor.
Zarif, “kabiliyet ve arzu” arasında denge kurmanın önemini vurguluyor ve İran'ın arzusunun imkânlarından çok daha büyük olduğunu söylüyor. Bu nedenle İslam Cumhuriyeti abartılı bir söylemle dünyaya meydan okuyor. Yine Zarif, İranlı yetkililerin göreve başlamadan önce ideolojik sınavdan geçmelerini tercih eden aşırı bürokrasiden de şikayet ediyor.
Son olarak: “Diplomasinin Dayanıklılığı” İran meselelerine daha yakından bakmak isteyen herkesin mutlaka okuması gereken bir kitaptır.