Halid Berri
TT

Ulusal kimliklerin yükselişi

Yirminci yüzyılın başlarında, Mısır kimliğinin yükselişi, ulusal bağımsızlık hareketinin temel bir özelliğiydi. Bu, Rosetta Taşı'nın deşifre edilmesinden onlarca yıl sonra Mısırbilim'in ortaya çıkışı, gömülü arkeolojik keşiflere resmi ilginin artması, yüzlerin ve heykellerin yeniden adlandırılması ve daha önce baskın olan İncil anlatısından farklı, yeni bir Antik Mısır tarihi anlatısının sunulmasıyla aynı zamana denk geldi.

Ahmed Lütfi es-Seyyid ve er-Rafi'i'nin yazıları ile Seyyid Derviş'in şarkıları, Mustafa Kamil gibi Osmanlı İmparatorluğu'na bağlılığını sürdüren başka bir akımın aksine, Mısır'ın kendini nasıl tanımladığı konusundaki bu tartışmanın bir parçasıydı.

Bu anlaşmazlık, dünyanın Tunç Çağı'nın sonundan 20. yüzyılın Büyük Savaşı'na kadar yaşadığı uzun bir imparatorluk döneminin yansımasıydı. Bu dönemde Osmanlı, İngiliz, Fransız ve diğer imparatorluklar hâlâ varlığını sürdürüyor ve diğer güçler de kendilerinden önce devrilenlerin mirasını devralmaya çalışıyordu.

İngilizlerin Mısır'daki varlığı ve bu varlığı sona erdirmek için gösterilen ortak çaba, birleşik bir imparatorluk zihniyeti ile milliyetçi ve bağımsızlık yanlısı bir zihniyet arasındaki çatışmanın sonuçlanmasını geciktirdi. Ancak, Osmanlının yıkılması ve 1922'de İngiliz himayesinin sona ermesinin ardından, iki zihniyet arasındaki çatışma, iktidar içinde bile açıkça belirginleşti. Kral Fuat, liderlik rolünü devralabileceğine inanıyordu ve bu inanç, dini kurumlardaki bazı kişiler ve bizzat seçtiği eski Osmanlı ordusu subayları tarafından da destekleniyordu. Halefi Kral Faruk ile birlikte, Muhammed Ali ve Haşimi aileleri arasındaki manevi liderlik rekabeti, Başbakan Nukraşi'nin muhalefetine rağmen Mısır'ın 1948’deki savaşa katılımı gibi dönemin en kritik kararlarından bazılarının temelini oluşturmaya devam etti.

Ancak imparatorluğun mirasçısı olma projesi, tarihin akışına ve ulus-devletin küresel yükselişine aykırı olduğu için bir hayal ürünü olarak kaldı. Monarşinin yıkılıp genç ve siyasi açıdan deneyimsiz subaylardan oluşan bir askeri konseyin iktidara gelmesiyle, bu hayal gücünün politikaya yön verme fırsatı doğdu. Bu subaylar sanki tutkulu futbol taraftarları iken teknik direktörlük koltuğuna oturmuş gibiydiler. Bu kişiler, gerçekte sadece oturup seyreden halk adına kararlaştırılan ve bedelini halkın ödediği maceralar şeklinde imparatorluk zihniyetini yeniden canlandırdı.

Böylece, ulusal kimlik fikri, bazen Arapçılık, bazen sosyalist devrim, bazen de ikisini birleştiren bir zihniyet lehine, daha ilk aşamalarında örtbas edildi. Sonuç her düzeyde başarısızlıktı; fikir olarak, emperyal zihniyeti zamansız bir şekilde yerleştirdiler, siyasal İslam'a ancak hayalinde elde edebileceği bir cephane verdiler. Yerel olarak, enerjileri ve kaynakları yanlış yerlere harcadılar. Bölgesel olarak, başkalarının kendi çıkarlarına hizmet eden kararlar almasını engellediler. Lübnan bunun canlı bir tanığıdır.

Birlik projelerinin başarısızlığının olumlu sonuçlarından biri de bugün ulusal kimliklerin yeniden keşfine tanık olmamız. Bugün bu geçmişin tam aksi görünse de kalıntılar henüz yok olmadığı için dikkatli olmak gerekir. Çünkü emperyal zihniyetin özü otorite ve kontroldür. Hiyerarşik bir zihniyet ister merkezde ister çevrede otursun, dünyaya yüksek bir yerden bakar. Bu zihniyet, siyasi eylemi yatay bir iş birliği düzeyinde görmekten, farklı çıkarlar konusunda ortak bir zemin bulmaktan acizdir.

İmparatorluk döneminden kalma bu zihniyet, rekabet ile tahakkümü, vatanseverlik ile kontrol arzusunu, öz saygı ile başkalarını aşağılamayı karıştırır. Bu kalıntılar, ulusal kimliklerin yükselişi çağında karşılaşılan en büyük meydan okumadır.