Meslektaşlarımla birlikte Suriye Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na girdiğimde, Ahmed eş-Şera adında genç bir adamın iki Esed'in koltuğunda oturduğunu gördüm. Suriye'de yaşananların çok büyük olduğu ve ülkeye, hatta belki de ötesine iz bırakacağına dair inancım daha da güçlendi.
Şera'nın fırtınası, yarım asırdan fazla süren aşırı zalim bir rejimi kökünden söküp atmakla kalmadı, aynı zamanda on yıllardır hâkim olan zihniyetleri de bir kenara attı. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Şera'yı gözlemlerken, onun fırtınasının Suriye'yi direniş ekseninden çıkardığını ve İran'ın bölgedeki rolünü azalttığını unutmamak gerekir. Şera'nın fırtınası, Irak ve Suriye topraklarından geçen Tahran-Beyrut rotasını kesti.
Suriye'deki değişimi abartmak istemem, ancak bu fırtına Lübnan'daki Hizbullah'tan Irak'taki Halk Seferberlik Güçleri'ne (Haşdi Şabi) kadar rolleri ve boyutları gerçekten yeniden şekillendirdi.
Şera'nın çevresinin saraya davet edilen kişilere hassas sorular sormamalarını istemediğini fark ettim. Hiçbir konu yasak değildi ve Şera'nın El Kaide ile geçirdiği zaman ve Irak hapishanesinde geçirdiği yıllar da dahil olmak üzere geçmişi hakkında konuşurken hiç telaşlanmayacağı kısa sürede anlaşıldı.
Karmaşık konular hakkında açık ve samimi bir şekilde konuştu. Kendisini, başarısız olduğunu düşündüğü cihatçı veya milliyetçi hareketlerin bir uzantısı olarak görmediğini söyledi. Ayrıca Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ile hiçbir bağlantısı olmadığını vurguladı.
Görüşünü pratik terimlerle ifade etti ve dünyaya Suriye'ye ayrı kesimler ve paylar üzerinden değil, halkı ve devleti üzerinden yaklaşması çağrısında bulundu. Suriye'nin birliği korunduğu sürece, süregelen endişeleri tartışmaya hazır olduğunu belirtti.
Şera, Suveyda'daki gelişmelerin bir yara bıraktığını ve bundan önce güvenlik güçleri de dahil olmak üzere diğer taraflarca ihlallerin yaşandığını kabul etti. Türkiye ve ABD'nin çıkarları konusunda soru işaretleri devam ederken, Şera, Mazlum Abdi liderliğindeki Kürtlerle kanlı bir çatışmadan kaçınmak istiyor.
Şera, Suudi Arabistan ve Türkiye'nin temsil ettiği bölgesel destekten başlayarak kurduğu uluslararası ilişkiler ağı ve Riyad'ın teşvikiyle Washington ile ilişkilerinde açılan yeni sayfa sayesinde açıkça çok rahattı.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gelen her ziyaretçi, Şera'nın ‘Önce Suriye’ politikasını benimsediğini ve bölgeyi veya dünyayı değiştirmek amacıyla iktidara gelmediğini fark eder. O bir devlet adamı, bir grubun lideri değil. Ekonomi ve uygun bir yatırım ortamı oluşturulması hakkında ayrıntılı olarak konuşan Şera, Haşdi Şabi ve Hizbullah'ın Suriye'ye verdiği zararları görmezden gelerek, tam ekonomik entegrasyon yoluyla Irak ve Lübnan ile çıkar ortaklığı kurmaya çalışıyor.
Şera, Suriye'nin komşularıyla sorunlarının sona ermesinden bahsetti. 1974 anlaşmasına benzer bir güvenlik anlaşması imzalanmasını da dışlamadı. İbrahim Anlaşmaları'nın İsrail'in komşusu olmayan ve İsrail tarafından işgal edilmiş toprakları olmayan ülkelerle imzalandığını belirtti. Onunla konuşan ziyaretçiler, yeni Suriye'nin ‘komşularına tehlike oluşturmamayı’ seçtiği, yani İsrail ile olan çatışmanın askeri yönünden vazgeçtiği sonucuna vardı.
Şera, Suriyelilerin on yıllardır yoksulluk, baskı, adaletsizlik, göç ve yerinden edilmeyle mücadele ettiğini biliyor. Savaşta bir milyon kişi hayatını kaybetti, yüz binlerce kişi kayıp ve ‘en büyük katiller’ adaletten kaçtı. Şera, zamanın yeni başlangıçların coşkusunu yok ettiğini biliyor. Ancak o halka güveniyor ve onlara yaklaşmaktan ve şikayetlerini dinlemekten çekinmiyor.
Halen kırklı yaşlarında olan Şera, yaşadığı zorluklar sayesinde engin bir deneyim biriktirmiş. Pratik terimlerle kendinden emin bir şekilde konuşan Şera, müreffeh bir Suriye kurmaya odaklanmış. Eğer mayın tarlasını ve Suriye'nin sorunlarını aşmayı başarırsa, bölgede önemli bir aktör olabilecek özelliklere sahip güçlü bir adam.
Suriye'yi ve dünyayı şaşırtan bu adam hakkında doğru kelimeleri bulabileceğimi iddia etmiyorum. Onun hakkında çok şey okudum ve çok şey sordum, ancak onu ilk kez şahsen dinleme fırsatı buldum. Kariyerim bana, iktidardaki kişinin hayallerine kapılmanın yanlış olduğunu öğretti. Ülkelerimizin zorlu ve değişim arayan hırslı liderlerin hayallerini yok eden tuzaklarla dolu olduğunu öğretti. Geçmişin sık sık geleceği mahvettiğini ve ülkeleri kırık camların üzerinde dikkatli adımlar atmaya zorladığını öğretti.
Zaman, sayfaları değiştirmede ustadır. Hafız Esed, sonsuza kadar iktidarda kalacağına inanarak kendini kandırıyordu. Suriye'de iktidarını zorla dayattı ve Sednaya Hapishanesi’nde çürüyen mahkumlar için zamanın donduğu gibi, zamanı dondurabileceğini düşündü. Öldüğünde endişelenmesine gerek olmayacağını, çünkü mezarından oğulları ve torunları aracılığıyla Suriye'yi yöneteceğini düşünüyordu. Bu olağandışı bir şey değildi. Şam, Bağdat gibi, yöneticilerinin bu yanılsamaları oluşturmalarına yardımcı oluyor. Belki de konumları veya engin tarihleri yüzündendir... ama zaman aldatıcı ve hain olabilir.
Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra Bağdat'a yaptığım bir ziyareti hatırladım. Başkanın, ordusunun, partisinin, hatta mezarının izini bile bulamadım. İnsanlar öfkelerini onun heykellerine yönelttiler. Saraylardan, kitaplardan ve yerel para biriminden onun izlerini sildiler. Ama insanları ölüme göndermekte tereddüt etmeyen bu adam, kendi ilmiğinin önünde meydan okurcasına duruyordu. Zira Bağdat'ın efendisi yaşlılıktan yatağında ölmez.
Hafız Esed şanslıydı. Amerikan ordusu onu devirmek için harekete geçmedi ve halk böyle bir şeyi hayal etmeye bile cesaret edemedi. Hama'da olanları hatırlıyorlar. Muhalefete katılmak, ne kadar genç olursa olsun, herkesi ölüm riskiyle karşı karşıya bırakırdı. Hama gibi şehirler bile ölümcül bir sondan kurtulamadı. Hafız, Suriye'yi darbe döngüsünden kurtardı. Pahalıya mal olan istikrar, Suriye'nin bölgesel bir aktör haline gelmesini sağladı. Başkan, ülkeyi sahiplendiğini ve hatta onu kendisinin icat ettiğini düşünüyordu. Hastalık baş gösterdiğinde, oğlu Beşşar'ı halefi olarak atadı.
Çeyrek asır boyunca Beşşar tek hükümdar oldu. İdlib'den esen rüzgarların yakında onu Rusya'daki soğuk sürgüne götürecek bir kasırgaya dönüşeceğine asla inanmadı. Şera, her iki Esed'in de hikâyesini sonlandırdı. Beşşar, Hafız, Saddam ve Muammer gibi sarayda ya da mezarda son bulacak bir kadere katılmak yerine sürgünü tercih etti.