New York yarışına ve Zohran Mamdani'nin belediye başkanı seçilmesine, her iki yönde de sayısız abartı ve yanılgı damgasını vurdu.
Muhaliflerinin McCarthyci söylemlerinin aksine, o ne bir komünist, ne bir cihatçı, ne de Amerikalılar için bir tehdit. Ve bazı destekçilerinin ve ateşli hayranlarının iddialarının aksine, o, Amerika Birleşik Devletleri genelinde yankı uyandıracak radikal bir değişimin sembolü veya kapitalizm için ezici bir yenilgi de değil.
Mamdani'nin zaferi, şehrin kötüleşen ekonomik ve hizmet koşulları ve buna bağlı olarak yüksek yaşam maliyeti; Başkan Donald Trump'a, politikalarına ve performansına yönelik yaygın düşmanlık, Mamdani'nin şehrin çeşitliliğini yansıtan çok yönlü kimliği gibi belirli ve ölçülebilir faktörlerden kaynaklanıyordu. Bu çeşitliliğin, geleneksel olarak göçmenler ülkesi olarak tanımlanan, ancak bilhassa beyaz olmayan göçmenlere yönelik söz konusu tanımlamaya aykırı mevcut göç politikalarını benimseyen bir ülkede derin kökleri bulunuyor. Buna bir de seçimin galibinin, eski işçi hareketi ve yeni kimlik ve cinsiyet temelli şikayetler gibi iki temel şikayeti ele almadaki başarısı ekleniyor. Yine seçimin galibi, birçok New Yorklunun mevcut partizan ve siyasi düzeni değiştirme arzusunu da yansıtıyor ve bu arzuya, güçlü ve nüfuzlu olanların gücünün devam etmesinden duyulan bıkkınlık eşlik ediyor.
Mamdani'nin özellikle ekonomik alandaki vaatlerini asgari düzeyden biraz fazla yerine getirip getiremeyeceği şüpheli olsa da, iki şey kesin; şehrin daha genç ve daha eğitimli seçmenleri mevcut durumdan memnun değil ve Trump'ın “ABD'yi yeniden harika yaptığı" iddiasına katılmıyor. Kazananın başarısı, ABD'de demokrasinin işleyişinin güçlü bir kanıtı olarak görülüyor ve bazıları ara seçimlerin bunu doğrulayıp teyit edeceğine inanıyor. Bu nedenle, Amerikan demokrasisini ve daha geniş siyasi katılımı destekleyenler, mevcut korku havasını daha sıcak bir tonla değiştirmeliler.
Mamdani’nin zaferinden duyulan memnuniyetin bir diğer nedeni de, Filistin-İsrail meselesinin artık Amerikan kamuoyunda, ya da en azından klişenin de bize hep hatırlattığı gibi, İsrail'den sonra en büyük Yahudi nüfusuna sahip olan New York'ta bir etken olmasıdır.
Bu noktada Gazze savaşı, kamuoyunun tutumunu değiştirmede önemli bir rol oynadı. CNN anketine göre, New York Yahudilerinin üçte biri Mamdani'ye oy verdi ve aralarındaki genç ve daha eğitimli olanların arasında bu oran iki katı.
Haaretz gazetesinde İsrailli yazar David Rosenberg, iki gün önceki köşe yazısını şu paragrafla bitirdi: “New York'ta Mamdani'ye oy veren Yahudiler de inandıkları değerler uğruna kabile çıkarlarından vazgeçmeye hazırdı. Bu değerler, birçok İsrailli benimsemese de mevcut İsrail hükümetinin benimsediği değerlerle çelişiyor. Dünya Yahudileri arasında benzer bir eğilim, İsrail ile Yahudi diasporası arasındaki ilişkiyi tehlikeye atabilir.”
Gerçekten de, Netanyahu yönetimindeki İbrani devletinin meşru müdafaa sınırını çoktan aşarak soykırıma varan vahşeti, artık dünyada, özellikle de gençler arasında artan duyarlılıkla çatışıyor. “Güçlü” ve “kahraman” imajı, 1967 savaşından bu yana İsrail için çekici ve faydalı görünse de, Gazze halkına ve çocuklarına karşı güç gösterisi, Akabe Körfezi'ni kapatmasının ardından üç orduya ve Nasır liderliğine karşı güç gösterisiyle aynı şey değil. Ancak “demir duvar” zihniyeti, zayıfa ve anti-kahramanlığa daha fazla sempati duyan ve cezadan kurtulma politikalarına daha çok karşı çıkan yeni duyguları kavramakta yetersiz görünüyor.
Ancak, bu dönüşümü beslemek ve geliştirmek, özellikle de bu yeni kamuoyu görüşünü sadece New York'ta değil, ABD genelinde ve Avrupa'da da parlamento koltuklarına taşımak amaçlanıyorsa, önemli değişiklikler gerektiriyor. İhtiyaç duyulan şey, her şeyden önce, yeni küresel eğilimlerle ilgilenen ve onların dilini konuşan bir Filistinli tarafın ortaya çıkmasıdır. Çoğulcu iklimlere ve her türlü özgürlüğe yanıt vermenin, ardından hem eski hem de yeni ilerici küresel uzlaşıya, özellikle de antisemitizmin kınanmasına katılmanın önemi işte burada yatıyor. Miras aldıkları geleneksel kültürlerle çatışabilecek özgürlüklere karşıt bir çerçeve çizmek veya “Yahudilere lanet olsun”u temel sloganlarından biri olarak öne süren müttefiklerini yüceltmek, Filistinliler için zehirli bir armağan gibi olacaktır.
Küresel dönüşümü önemsemek, dayanışma göstermeleri istenen diğerlerinin de sorunları ile ilgilenmeyi ve mümkün olduğunca Batılı ülkelerin siyasi yaşamına katılmayı gerektirir. Geçmiş on yıllarda “dünya meselelerindeki tutumumuzu, karşı tarafın Filistin meselesindeki tutumu belirler” ilkesinin hâkim olduğu Filistinli ve Arap deneyimlerinin büyük bir başarısızlık olduğunu biliyoruz.
Bu nedenle, gerçekleştirilebilecek gerçekçi görevleri tanımlamak ve Mamdani'nin seçim kampanyasında dile getirilen veya ima edilen abartılı vaatleri ve ABD'deki her seçim kampanyasına eşlik eden popülizmi bir kenara bırakmak için önemli çaba sarf edilmelidir.
Belki bazıları, bu tür birçok adımın Batı kamuoyunun dönüşümünü tamamlayıp kapitalizmin insanileşmesi ve hukukun üstünlüğü yönünde ilerlemesini sağlayabileceğini iddia edebilir. Ancak kesin olan şu ki, New York seçimlerini “onları kendi evlerinde yendik” üslubuyla İsrail, kapitalizm, Batı ve “beyaz kimlik” için ezici bir yenilgi olarak tasvir etmek, zaten zengin olan ahmaklık sözlüğüne yeni bir şey eklemekten başka bir şey değildir.