Bekir Uveyda
TT

Suudi Arabistan ve Filistin… Değişmez bir tutum

Geçtiğimiz cumartesi günü yaşanan gelişmelerin haber ekranları ve internet sitelerinden tamamen kaybolup yerini ondan sonra yaşanan her önemli olayın alması normal. Bu, her şeyden önce, genel olarak medya alanında çalışanlar ve daha sonra, önemli makamlardaki karar vericileri takip eden herkes tarafından anlaşılabilecek bir durum. Burada, zamanın geçişini dakikalardan önce saniyelerle hesaplayanları kastediyorum. Bu insanların dün yaşananlara işaret ederek konuşmaya başlayan birilerini “Dün dünde kaldı. Önemli olan bugün elinde ne var? Ve yarından ne bekleniyor?” sözleriyle uyardığını görürsünüz. Bu yaklaşımları doğru olsa da ‘her kuralın bir istisnası vardır’ ilkesini ortadan kaldırmaz. Bu bağlamda, cumartesi günü Suudi Arabistan’ın Filistin devletine ilk büyükelçisini atamasının olağanüstü bir olay olduğu söylenebilir. Bunun farklı boyutlarının çeşitli düzeylerde konuşulmaya devam edileceği aşikârdır.

Bir kişinin sesini yükselterek garipser bir tonla şöyle sorduğunu varsayabiliriz; Neden olağanüstü bir olay olarak nitelendiriliyor? Belki de her gün yeryüzündeki bütün ülkeler arasında büyükelçi atamaları yapılmıyor mu? En doğru olanı sorunun sorulmasına hazırlıklı olmak ve ondan sonra buna cevap vermeye çalışmak olabilir; herkese uymayacak olsa bile. Ne de olsa bir görüşe katılmak veya karşı çıkmak, koşulsuz bir şekilde, herhangi bir dayatma veya baskı olmaksızın mümkün olmalıdır.

Tıpkı diğerleri gibi, benim de Suudi Arabistan’ın Ürdün Büyükelçisi Nayif bin Bender es-Sudeyri’nin cumartesi günü Filistin devletine tam yetkili olağanüstü büyükelçi ve aynı zamanda mukim olmayan Kudüs Başkonsolosu olarak atanmasını olağanüstü bir olay olarak nitelendirmemde bir sakınca yok.

Bunun olağanüstü bir olay olarak görülmesinin farklı açılardan birçok sebebi varken, bunların hepsini, Suudi Arabistan’ın devlet ve halk olarak Filistin davası ve halkı karşısında gösterdiği tutumun olağanüstülüğüne işaret eden temel bir başlık altında toplamak mümkün. Araplar, Müslümanlar ve hatta tüm dünya, sahiplerinden silah zoruyla ve Siyonist grupların ve hatta İngiltere mandasının askerlerinin terörüyle gasp edilen topraklarda dünyanın farklı yerlerinden gelen göçmen diasporasını toplayan bir devlet inşa etme felaketi, hatası, suçu ve yanlışlığına gözlerini açtığından beri bu tutum sürmektedir.

Bu temel nokta. Filistin’in 1948 yılındaki ilk Nekbe’den günümüze kadar dava ve devrim olarak maruz kaldığı çöküşlerden felaketlere kadar geçirdiği doğum sancıları ve aşamaların çoğalmasıyla bu temel noktanın çeşitli yönleri ortaya çıktı. Tüm bu aşamalarda, Suudi Arabistan’ın Filistin’e yönelik tutumu, temel bir ilkeye dayalı istikrarlı bir vizyona ve son derece netliğe sahip olmasıyla göze çarpıyordu. Özetle, Haremeyn-i Şerîfeyn toprakları siyasi pozisyonunu her zaman Filistin davası cihetinden belirleyecektir ve her koşulda yönü ilk kıbleye doğru olacaktır. Daha açık bir ifadeyle; sadece Filistinlilerin kabul edeceği bir çözüm, Suudiler tarafından kabul edilecektir. Bu duruşun istikrarı, farklı aşamalarda, Suudi Arabistan’ın Filistin’e yönelik duruşlarıyla ilgili tüm tartışmaları durduracak kadar yeterliydi. Acaba hangi duruş bundan daha net olabilir? Objektif bir yanıt vermek gerekirse, mesele karşılaştırmalarla sınırlı değil, bundan daha büyük ve daha ciddi bir durum söz konusu. Bazı Arap başkentlerinin Filistin meselesindeki pozisyonlarındaki dalgalanmalara tanık olan herkes bunu bilir.

Suudi Arabistan’ın sabit duruşu, diğer Arap ülkelerinin Filistin meselesindeki dalgalı duruşlarından farklıdır. Diğer Arap ülkeleri Filistin meselesini ve halkının trajedisini, kendi gündemlerini ilerletmek ve kendi halklarının maruz kaldığı felaketleri ve acıları meşrulaştırmak için bir köprü olarak kullanmışlardır. Hâsılı, Suudi Arabistan her zaman Filistin meselesinin kalbinde bulunmuş ve hala da bulunmaktadır. Riyad’ın Filistin devletinin ilk büyükelçisi olarak Nayif bin Bender es-Sudeyri’nin atanması, Suudi hükümetinin kuruluşundan beri takip ettiği yaklaşımın bir parçasıdır.