Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Rahmân–Rahim

“Rahmân ve Rahim” Allah Teâlâ’nın kendisini en çok nitelediği isim-sıfatlarından ikisidir. O, Kur’an’ı okurken her surenin başında zikredilen, Hz. Peygamberin tavsiyesi gereği meşru olan her işe kendisiyle başlanılan besmelede ve Kur’an’ın başlangıç suresi olan Fatiha’da kendisini  “Rahmân-Rahim” olarak tanıtır.  

Lübnanlı bir dilci anlatıyor, İngiliz bir oryantalist bana sordu: 

Allah Teâlâ’nın tilavete neden “BismillahirRahmânirrahim/Rahmân Rahîm Allah'ın adıyla” başlamayı emretti de “BismillahirRahmân/Rahmân Allah'ın adıyla” demekle yetinmediğini biliyor musun? 

Dilci: Ona cevap veremedim. Sorduğu soruya kendisi cevap vererek dedi ki: 

“Rahmân” kelimesi, “Fa’lan” veznindedir. Arapçada bu vezinde olan her kelime, var oluş sebeplerinin yok olmasıyla kendisinin de ifade ettiği anlam yok olur. Örneğin; 

“Cev’an/aç”, açlık yemek yemekle yok olur. 

“Te’ban/yorgun”, yorgunluk dinlenmekle yok olur. 

“A’tşan/susamış”, susamışlık su içmekle giderilir. 

“ne’san/uykusuz, ze’lan/dargın …” gibi kelimelerde aynı şekildedir. 

İşte bu nedenle Arap, sadece “Rahmân”ı okuduğu zaman tedirgin olur. Çünkü sebeplerin ortadan kalkmasıyla sona erer. Allah Teâlâ süratle onun kalbine itminanı ekmek/yerleştirmek için hemen “Rahmân”ın ardı sıra “Rahim” kelimesini getirir. Böylece mü’minin gönlü/nefsi korku halinden huzur, itminan ve Allah’ın rahmetine güvene intikal eder. 

Dilci: Gerçekten ben bunu bilmiyordum. İşe başlarken tekrarlayıp durduğumuz cümle yani besmele ilgili duyduğum en güzel yorumlardan biriydi. 

Fatiha’yı tefsir ederken Kurtubi de “Âlemlerin Rabbi” ifadesinin ardı sıra, "Rahmân, Rahîm" sıfatlarının zikredilmesiyle ilgili benzer bir yorum yaparak der ki;  “Yüce Allah, “Âlemlerin Rabbi” olarak kendini nitelendirdikten sonra "Rahmân, Rahîm" olmakla da nitelendirmektedir. Çünkü Zatını "Âlemlerin Rabbi" olarak nitelendirilmesi içerisinde korkutma anlamı barındırdığından hemen akabinde içeriğinde terğib/teşvik ihtiva eden "Rahmân, Rahîm" sıfatlarına vurgu yapmıştır. Böylelikle Allah sıfatlarında hem terhibi/kendisinden korkmayı hem de terğibi/ teşviki ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiştir.”1 

Müşrikler Rahmân ismini duyduklarında rahatsız olmakta ve Rahmân’ı inkâr etmekteydiler.2 Hatta kendilerine “Sonsuz şefkat ve merhamet sahibine, O Rahmân olan Allah’a yürekten boyun eğin ve yalnızca O’na secde edin!” denildiği zaman, “Rahmân da neymiş/kimmiş? Senin bize emrettiğin şeye hiç secde eder miyiz?” derlerdi ve bu davranışları, hak dinden iyice uzaklaşmalarına sebep olur”du. Bu tutumları Rahmân’ı bilmediklerinden değildi. Zira  Kur’an onların şöyle dediklerini de haber vermektedir: “Eğer Rahmân dilemeseydi biz putlara tapmazdık.”3 Ayrıca Rahmân suresinin ilk ayetleri onlara Rahmân’ın kim olduğunu öğretmektedir: “Rahmân mı? Kur’an’ı öğretendir O.  İnsanı yaratandır O.  ve insana beyanı öğretendir O.”4 Bütün bunlara rağmen müşriklerin “Rahmân'ı tanımayarak” ona karşı çıkmalarının sebebi, kendisiyle savaştıkları İslam dininin, Allah’ı, birçok alanda bu isimle nitelemesidir. Özellikle besmele ile bu vasfın İslam’ın temel şiarı haline gelmesidir. Ayrıca Allah’ı hayata karıştırmamak da işin bir başka yönünü oluşturmaktadır. Çünkü Rahmân, sürekli kuluyla ve kulunun işleriyle ilgilenir. Ona rahmet eder çünkü kul sürekli merhamete muhtaç. Merhametinin rahmetini kestiği anda ayakta durmak mümkün değil. Çünkü kul-insan hata eden bir varlık. Allah’ın rahmeti olmadan nasıl ayakta durabilir, yaşayabilir, nefes alabilir? Müşrik akıllar hayata müdahil bir Allah’ı reddettikleri için seküler bir alan yaratmak adına “Rahmân” ismini inkâr ediyorlar.5 

Allah’ın rahmetini yanımızda hissetme duygusu bize karşı yürütülebilecek her türlü algı ve yıldırma operasyonlarına karşı bizi ayakta tutar. İşte harika bir örnek: Hendek/Ahzab savaşı öncesinde münafıklar mü’minlerin cesaretini kırmak ve onları savaşmaktan alıkoymak için; “Bir kısım insanlar, müminlere, ‘Düşmanlarınız size karşı asker topladılar, sakının onlardan!’ dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve ‘Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir!’ dediler.”6 Rahmân ve Rahim’e iman etmek, o yiğit insanların bu cevabı vermelerini sağlamıştır. 

O halde Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla! Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum7 ki: Şahsiyetini Rahmân ve Rahim’den gördüğü merhametle inşa eden, bunun bilinciyle hareket eden Mü’min, hem insanlara hem de etrafındaki bütün varlıklara merhamet gösterir. Tıpkı Allah Resulünün Uhud savaşı sonrasındaki zor zamanlarda ashabına davrandığı gibi; “Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Ama sert ve katı yürekli davransaydın, kesinlikle senden uzaklaşırlardı …”8 Zira Hz. Muhammed öyle bir Elçi ki,  dünyada ve âhirette çekebileceğimiz her acıyı kendi yüreğinde hisseden, bizlere son derece düşkün, çok şefkatli ve merhametlidir.”9