Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Hatasız, eksiksiz ve mükemmel olmak mümkün mü?

İnsanın en önemli özelliği hatalı, eksik ve tamamlanmamış bir varlık olmasıdır. Hatalı ve eksik bir varlık olarak insanın yaptıkları, yazdıkları, söyledikleri, duydukları, düşündükleri ve  düşledikleri de hatalı, eksik ve tamamlanmamıştır. İnsana atfedilecek olan şey, hatadır, eksikliktir ve tamamlanmamışlıktır. İnsanın hatalı, eksik, tamamlanmamış olduğu gerçeği açık bir  şekilde ortada olmasına rağmen, insanlar, bazı kişileri, grupları ve kaynakları mükemmel, hatasız, eksiksiz, en mükemmel şekilde tamamlanmış şekilde vehmetme saplantısı içindedirler. Bir kişiyi, kaynağı, kalıbı, yapıyı ve grubu mükemmel, hatasız ve günahsız  vehmetmek, insana dair felsefi, siyasal, kültürel, teolojik, sosyal, ekonomik, entelektüel, bilimsel, ahlaki ve sanatsal sorunların özgürce, açık ve geniş ihtimaller  bağlamında tartışılmasını, konuşulmasını, sorgulanmasını ve eleştirilmesini imkansız kılmaktadır.

Bazı insanlara, yapıtlara, yapılara, kültlere ve kliklere hatasızlık, mükemmellik ve eşsizlik atfetmek, aslında gücü bunların elinde toplamak, gücün merkezileşmesini sağlamak için uydurulan  vehimlerdir.Bir kişiyi, kaynağı, yapıyı ve yapıtı  hatasız ve mükemmel olarak vehmetmenin hiçbir felsefi, epistemolojik, manevi, bilimsel, sanatsal ve sosyal gerçekliği yoktur. Bir kişiyi, kaynağı, yapıyı ve yapıtı eksiksiz, kusursuz ve mükemmel vehmetmenin arkasındaki en temel neden, gücü onda veya onun etrafında toplamak arzusu vardır.

 Hiçkimse, farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşayan insanlarla aynı tecrübeleri yaşamamaktadır.Herkes kendi zaman ve mekan şartları içinde  felsefi, teolojik, sanatsal, bilimsel, teknolojik, mitolojik, sosyal ve kültürel tecrübelere sahiptir. Sonraki nesiller, bir önceki neslin yaşadıklarından farklı ve çoğu zaman onlarla zıt tecrübeleri yaşamaktadırlar. İki bin yıl önce Kudüs’te yaşamış birinin inandıkları ve yaşadıkları ile  iki bin yıl sonra  New York’ta yaşamış birinin  inandıkları ve yaşadıkları  tamamen birbirinden farklıdır. On beş asır önce on bin kişilik bir kasabada olup bitenler,  sekiz milyarlık  nüfusa sahip  günümüz dünyası  için  referans ve  model olamaz.Bütün  bilimsel, sosyal, siyasal, teolojik, sosyal, felsefi ve kültürel  yapılar, zamanla   gelişmeler ve değişmeler geçirmektedirler. Bir kişiye, kaynağa ve yapıya  hatasızlık, mükemmellik ve   tamamlanmışlık atfetmek, aslında tarihsel süreç içinde gerçekleşen  değişmeyi ve gelişmeyi inkar anlamına gelmektedir.Bir kişinin, yapının ve yapıtın hatasız, eksiksiz ve mükemmel olduğunu vehmetmek, aslında, o kişiyi , yapıyı ve yapıtı günümüz dünyasının sorunları karşısında   hiçbir işe yaramayan, ilgisiz ve işlevssiz bir konuma düşürmektedir.

Kişileri, yapıları ve yapıtları  eksiksiz, mükemmel ve hatasız vehmetmek,  hatasızlık saplantısı içinde yetişen ve büyüyen insanların  donmuş,  taşlaşmış ve kapalı bir zihin içinde yaşamalarına neden olmaktadır. Kendi inandıklarının ve  kimliklerinin mükemmel ve hatasız olduğunu vehmeden kişiler, modern dünyada  ortaya çıkan her şeyin  zaten kendi inanç ve kimlik dünyalarının geleneksel bir  parçası olduğunu  sanmaktadırlar. Mükemmellik ve hatasızlık   kuruntusunu inanç ve  kimlik haline getirenlere göre, demokrasinin en iyisi yüz yıllar önce zaten kendi inançlarında ve kimliklerinde mevcuttu, bütün bilimsel gelişmelere zaten  kendi kaynakları  işaret etmişti, insan hakları en ideal şekliyle kendilerinde vardı, kadına  haklar en ideal şekliyle kendi  kültürlerinde verilmişti, en ideal hukuk sistemi  kendilerinde vardı, en ileri siyaset biçimi onlarda  uygulanmıştı.Modern dünyada  ortaya çıkan demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, barış, ahlak, bilim ve felsefe, hiçbir  dinin, kültürün ve kimliğin gelensel bir parçası değildir.Aydınlanma, akıl, bilim, gelişme, birey, insan hakları,  doğa, hukuk, demokrasi, toplum ve daha birçok kavram ve olgu hakkındaki anlayışımız ve yaşantımız, yüzyıllar öncesinde ortaya çıkmış  inançlardan, doğmalardan ve uygulamalardan  radikal bir şekilde farklılık göstermektedir. Yüzyıllar önce ortaya  konan yapılar ve yapıtlar mükemmel ve hatasız olmadığı gibi, bugün ortaya konan yapılar ve yapıtlar da hatasız ve eksiksiz değildir. Felsefi, bilimsel, sanatsal ve teolojik kesinlik ve doğruluk yoktur.Mükemmellik olmadığı gibi, aslında   mutlaka takip edilmesi gereken otorite de yoktur.Eksikliklerini  her gün fark eden insanlık, bilim, sanat, felsefe, doğa,  ahlak ve toplum alanlarındaki gelişimini ve değişimini sürdürmeye devam etmektedir.

Hatasızlık ve mükemmelik,  hiçbir kişinin  bireysel bir özelliği  olamaycağı gibi kolektif olarak  mükemmel  ve hatasız olmak da mümkün değildir. Kişiler kusurlu,  inançlar ve  fikirler mükemmel  şeklindeki bir anlayış da   geçerli ve gerçekçi değildir. Bütün kişiler,  yapılar, yapıtlar, inançlar ve fikirler de eksik, yetersiz ve   değişmeye açıktırlar. Mükemmel  ahlak, ideoloji, kimlik, teoloji,  siyaset, kültür, cinsiyet, kitap, tarih, eğitim ve bilim yoktur. Doğruluk, iyilik ve güzellik hakkında  nihai en mükemmel söz söylenmemiştir. Bundan sonra söylenecek söylenecek sözlerde, kesin mükemmel hüküm niteliği taşımayacaklardır.Herkes ve her şey eksik, kusurlu ve tamamlanmamıştır.  Hiçbir kişi, yapı ve yapıt,   hatadan, eksiklikten ve olumsuzluktan uzak olmak anlamında kemale ermiş,  mutlak doğruya, iyiye, akla, bilgiye ve güzelliğe sahip olma anlamında mükemmel değildir. Hiç kimse doğrunun kalesi olarak  hatasız ve kusursuz  niteliklere sahip olma anlamında tamamlanmış olarak düşünülemez.

Hatalılık, kusurluluk ve tamamlanmamışlık insanın en temel özelliği ve durumu olmasına rağmen bazı kişiler, yapılar ve yapıtlar kendilerini niçin mükemmel ve hatasız olarak  dayatma tutumu içindedirler? Hatasız, kusursuz ve mükemmel olduklarını  iddia eden yapılar, yapıtlar, kişiler ve kimlikler,  insanüstü güçler tarafından kendilerine kolektif olarak  kurtuluş, ayrıcalık ve  üstünlük sözü verildiğini  herkese inandırmaya çalışmaktadırlar.Mükemmel ve hatasız olduğunu iddia eden yapılar, yapıtlar ve kaynaklar,  kendilerini takip eden herkesin  kaçınılmaz  olarak en doğru, iyi ve güzel inancı takip ettiklerini ve  yaşadıklarını varsaymakta, Tanrı’nın rahmetinin, sevgisinin,  yardımının  onlarla olacağı garantisini vermektedirler.

Kişileri, yapıları ve yapıtları mükemmel, hatasız ve kusursuz olarak putlaştırmak yerine  kişiler, kaynaklar, yapılar ve yapıtlar hakkında varoluşsal ve ilişkisel bir insani yaklaşımın  geliştirilmesine ihtiyaç vardır.Bütün bilimsel, teolojik, felsefi, ahlaki, siyasal, sosyal ve  ekonomik anlayışlarımızı içinde bulunduğumuz  insani ve kültürel durum ve çerçeve içinde değerlendirmeli, anlamalı, ifade etmeli ve geliştirmeliyiz.