Güçlünün acizliğine ilişkin çıkarım benim fikrim değil. Fransız stratejik araştırmacı Bertrand Badie, “Gücün Acizliği” adlı kitabına bu fikirle başlıyor. Yazar, gerçekleri ve hadiseleri uzun uzadıya gözler önüne serdikten sonra sonucu güçlünün acizliği fikriyle bağlamış ve Filistin meselesini de buna kanıt olarak sunmuş.
Sözgelimi, İsrailliler her zaman gücü ve üstünlüğü elde tuttular. Güçlü korkmadan taviz verebilendir çünkü gücü onu korur. Taviz verirse bir hakkından vazgeçmiş olmayacak, daha ziyade ‘fazla gücün’ ona verdiği alanlarda ılımlı davranacak ve karşılığında barış ve meşruiyet kazanacak. İsrailliler bunu iki kez yaptı, ikisinde de pişman olup geri adım atarak daha radikal yönlere girdiler.
Şöyle ki; 1967’de işgal ettikleri Sina’dan Mısır’la barış karşılığında vazgeçtiler, sonra Taba meselesinde Mısırlılarla yıllarca mücadele etmeye başladılar. 1993 yılında Filistinlilerle anlaştılar, ardından pişman olup iki sene sonra İzak Rabin’i öldürdüler. Sonrasında da her iki taraftaki radikaller, Oslo’yu tamamen başarısız kılmak için birbirleriyle yarıştılar!
Uluslararası kararlar değişmedi. Ama güçlünün gücünü ve aczini gösteren gerçekler dört aşamadan geçti.
İlk aşamada, Filistinlilerin çatışmayı yönetemediği ve çatışmayı yönetenin Arap ülkeleri olduğu kanaati hâkimdi. Bu yüzden odak noktası, ‘meselenin’ bitmesi için Arap ülkelerini barışa zorlamak olmalıydı.
İkinci aşamada, başarıyı yakınlarında gördüler ve orada bir kargaşa çıkarmak ve Filistinlileri oraya göç ettirmek suretiyle Ürdün’ün alternatif bir Filistinli vatanı olabileceğine inandılar. Birinci İntifada’dan sonra ise İzak Rabin’in ekibi tarafından temsil edilen ve Filistinlileri devlet benzeri bir şeye razı etmeye dayanan yeni bir düşünce benimsediler. Ancak her iki tarafın radikallerinin Oslo’yu başarısız kılmak için el birliği etmesinin ardından dördüncü yönelim ortaya çıktı ya da mesele dördüncü aşamaya girdi. Bu aşama, daimi bir savaşa ve yerleşimlerin teşvikine dayalıyken, Filistin Yönetimi’ne karşı tutum da zayıflatma, hükümsüz kılma ve sadece Gazze’de bir devletçiğin kurulması temelinde Hamas ile dolaylı iletişim kurma arasında gidip geliyordu.
Bu aşama halen devam etmekle birlikte 2007’den sonra Filistinliler ve İsrailliler arasında ‘endişe verici’ etkenler ortaya çıktı.
Şöyle ki, Gazzeliler, Ramallah’taki otoriteye karşı çıkmaya yönelik eğilimlerini artırmakla beraber İsrail’e karşı tek bir alanda ısrarlı olmaktan asla vazgeçmediler.
İranlılar ve Hizbullah, İsrail’le çatışmada Hizbullah aracılığıyla ve doğrudan Hamas’ı ve İslami Cihad’ı desteklemek suretiyle önemli bir etken haline geldi.
Üçüncü etken ise Amerikalıların, ardından da uluslararası toplumun yeniden müzakereyi destekleme konusunda önce geri adım atması, sonra da durmasıdır.
Dördüncü etken, İsrail’de sağın egemen olmasıyla yerleşimci ve fanatik dindar hükümetlerin kurulmasıdır. Ki Filistin meselesini, tüm Araplarla barış yoluyla sona erdirmeye dair eski düşüncenin geri döndüğü Donald Trump yönetimine kadar, Netanyahu hükümetleri döneminde benimsenen politikaların temel karakteri buydu!
Bertrand Badie’ye göre güçlünün acizliğini gösteren şey ne peki? Üstün güce rağmen ‘zayıflara’ karşı tam anlamıyla bir zafer elde edememek.
Bu, The New York Times yazarlarından birinin, Hamas’ın Yom Kippur Günü’nde İsrail’e saldırmasından sonra onlara söylediği şey. Üstün olan güçlünün acizliği, birçok yönden gün yüzüne çıktı. Mesela istihbarata, surlara, Demir Kubbelere ve gezici savaş uçaklarına rağmen Filistinli binlerce savaşçı, gerek Gazze çevresindeki yerleşimlere yapılan büyük sızıntılar gerekse İbrani devletinin gökyüzünü ve yeryüzünü kaplayan binlerce roket yoluyla, kimseye hissettirmeden geniş gözlerin görüş alanından çıktı.
İkinci sürpriz, binlerce İsraillinin öldürülüp yaralanması ve yüzlercesinin de esir düşmesiydi.
İsrail, 1973’ten sonra ilk kez tekrar kaybediyor ve ordular bu yıkıma karşı onu koruyamıyor. Savaşçılar, vur-kaç yapan silahlı gruplardır, kaybetseler bile kayıpları sınırlıdır.
İdeolojik milisler az mevcutla saldırdığı için üstün devletin kayıpları büyük olup, saldırganların gruplar halinde ya da tek tek kayıplarıyla kıyaslanamaz.
Burada zayıfın gücü, uğrunda savaştığı davaya olan inancında ortaya çıkıyor.
Nihayetinde toprak, onun toprağı ve onu unutmadı; her zaman bu topraklara dönmeye hazır.
Taliban’ın çok sayıda Amerikalı ve Avrupalıya karşı yaptıklarını görmediniz mi?
Önce Taliban geri çekilmeye zorlandı. Sonra da Amerikalılar ile müttefikleri geri çekilip kaçmak zorunda kaldı; tıpkı askerlerin ve yerleşimcilerin Gazze Şeridi’ndeki yerleşimlerden kaçması gibi.
Peki, bu yazar İsraillilere ve Amerikalılara ne öneriyor?
En büyük hataları, artan savaşlardaki ateşkesten sonra barış için müzakere yapmamaları değil, Filistin Yönetimini iki nedenden ötürü her zaman bastırmak istemeleridir.
Birincisi; Filistin Yönetimi, Batı Şeria’nın bazı kısımlarında varlık gösteriyor ve onlar da Batı Şeria’nın Filistin Yönetimi’nin otoritesi altından kalan kısımlarını ele geçirmek istiyorlar.
İkincisi; Filistin Yönetimi, Oslo’nun sonuçlarından biri ve meşruiyeti de Oslo’ya ve uluslararası kararlara dayalı. Onlarsa ne onu ne bunu istiyorlar.
Hamas’a gelince…
Her zaman Hamas’ın otoriteye baskın gelmesi için müzakere yaptılar, çünkü Gazze’yi yeniden ele geçirmek gibi bir dertleri yok.
Yazar, mağrur gücün içinde Gazze’yi ele geçirme arzusunun yeniden harekete geçmesinden korkuyor. Bu, savaşın bitmemesinin yanı sıra büyük bir kıyım ve iki taraftan da daha fazla ölüm demek.
Hamas’ın ve İslami Cihad’ın gücü kırılırsa Ürdün, Suriye ve Lübnan’daki mültecilere tarihî Filistin topraklarındaki 7-8 milyon Filistinli daha eklenecek.
Zorluklar artıp, cepheler kan ve yıkımla sertleşse de şu an en iyisi mümkünse Ebu Mazen’i (Mahmud Abbas) canlandırmaktır.
İsrailliler ve Hamas, Filistin Yönetimi’ni birlikte yıktılar; İsrailliler, işgal etmek için Hamas da yönetimin yerine geçmek için yaptılar bunu.
Ebu Mazen’e ve Arap arabuluculara dönüş, Arap ülkeleriyle barış imkânlarını bile kurtaracaktır.
Bugün Hamas’ın başardıklarıyla gururlanmayan tek bir Arap yok. Sonra Arapların çoğunluğu, İran’ın Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’deki rollerinden hoşnut değil. Filistin’in kurtuluşu ya da bu meselenin çözümü Mısır, Ürdün ve Katar’ın desteğiyle halen mümkün ve bu, İsrail’in ve Arapların çıkarına!
İsrail ve ABD’de pek çok kişi, Filistin’de ve Filistin’e karşı yapılan savaşların sonu olmadığını görüyor. Bu, toprakları halen işgal altında olan ve sömürgecilerin işgal ettiği tüm bölgeler kurtarılan Filistin halkı için bitimsiz bir azap demek. Filistinlilerin çektiği çilenin devam etmesi, İsrail’de güvensizlik ve istikrarsızlık demek olduğu gibi, ikinci veya üçüncü göç eğilimi de demek. Barış sürecine dönmemek uğruna verilen mutlak Amerikan desteğine yatırım yapmamak gerekiyor.
Chatham House’da seminerler veren stratejik araştırmacı Siham el-Vekil, Suudi Veliaht Prens’in İsrail’le iki devletli çözüm yoluyla savaşları durdurma odaklı tam bir barışa dair önerisinin önemine dikkat çekti.
İsrail’e destek açıklaması yapan Batılı liderler, aynı zamanda İsrailliler ve Filistinliler için özgürlük ve adaletten de bahsettiler.
İsrail hem özgürlüğün hem de adaletin nimetlerinden faydalanıyor.
Peki, ya Filistin halkının özgürlüğü ve onun için adalet ve insaf nerede?