Hamas Hareketi neden eski İsrail-Filistin çatışmasına daha kanlı bir boyut kazandıran mevcut trajedinin kıvılcımlarını çaktı? İki tarafı uçurumun kenarından uzak tutma şansı nedir?
Çatışmanın son aşamasına ilişkin yorum seli, İsrail-Filistin çatışmasının, rakip ideolojilerin destekçilerinin yanılsamalarını ve önyargılarını yansıttıkları bir duvar olmaya devam ettiğini gösteriyor.
Burada soru şu; Hamas neden sürpriz bir saldırı başlattı? Hamas savunucuları tarafında her zamanki eski sloganlar tekrarlanıyor; işgal, sömürgeci yerleşim yerleri, kovulmalar, ırk ayrımcılığı (Apartheid) ve iki devletli çözüm.
Ancak daha yakından bakıldığında, bu ‘sebeplerin’ herhangi birisinin, Hamas’ın 7 Ekim’de yaptığı şeyi haklı çıkarmak bir yana, açıklayamadığı görülüyor.
Aslında işgal iddiası geçersiz. Zira İsrail’in Gazze işgali 2005’te sona erdi. Bu tarihten sonra Hamas, Gazze Şeridi ve hükümeti olarak sunulan şey üzerinde tam kontrolünü sağladı.
Aynı şekilde, 2004-2005’te Gazze Şeridi’nden tamamen çekilmeden önce Gazze’deki son İsrail yerleşim yerlerinin dağıtıldığı göz önüne alındığında, sömürgeci yerleşim yerleri iddiasının da burada geçerliliği olmadığını görüyoruz.
Kovulmaya gelince; en garip olanı da bu. Zira 2005 ile son Hamas saldırısı arasında Gazze’de bununla ilgili meydana gelen tek olay, Hamas’ın silahlı adamları tarafından köylerinden ve sürülerini otlattıkları alanlardan kovulan Bedevi kabileleriyle ilgiliydi. Yaklaşık 20 bin Bedevi kabile mensubu Mısır ve İsrail’e gönderildi. Bunların sonuncusu Um Nasır bölgesindeki köylerin sakinleriydi.
Buna ek olarak Apartheid iddiası, Gazze’de yaşayıp bunu diğer sakinlere karşı uygulayacak tek bir İsraillinin bile olmaması nedeniyle daha az inandırıcı görünüyor.
Hamas’ın iki devletli çözüm için mücadele ettiği iddiası da bu silahlı hareketin buna sürekli karşı çıktığı göz önüne alınırsa yanlıştır. Hamas, İsrail’i herhangi bir şekilde ortadan kaldırmak anlamına gelen tek devletli çözümü dayatma arzusunu hiçbir zaman gizlememiştir.
Diğer yandan, Avrupa Birliği’nin (AB) dış politika sözcüsü Josep Borrell ve Fransız sol koalisyonunun lideri Jean-Luc Melenchon gibi kişiler, bu ‘sebeplerin’ hiçbirinin Hamas’la alakası olmasa da örgütün Batı Şeria sakinleri de dahil olmak üzere tüm Filistinliler adına savaştığını varsaymamız gerektiğini ima ederek asıl meseleden kaçmaya çalışıyorlar.
Ancak bu, Hamas’a daha önce Filistinlilerden almadığı bir yetki vermek ve tüm Arap ve Müslüman ülkeler ile Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınan Filistin Ulusal Yönetimi’nin meşruiyetini sorgulamak demektir. Filistinliler arasında yapılan az çok güvenilir tek seçimlerde Hamas oyların yüzde 44,2’sini kazanırken Filistin Ulusal Yönetimi oyların yüzde 42,5’ini almıştı. O zaman bile plandan çekilen ve Fetih ile diğer Filistin Ulusal Yönetimi yanlısı grupları Gazze’den dışlayan Hamas’tı.
Son birkaç gündür geleneksel medya ve internet, 100 yıldır devam eden bu destanı sona erdirebilecek sihirli değnek olarak ‘iki devlet’ planını öne sürüyor. Ancak bu, eleştirmenlerin ve politika yapıcıların çıplaklığını örten bir incir yaprağından başka bir şey değildir.
İsraillilerin ve Filistinlilerin çoğunluğunun bu incir yaprağını düşünüp düşünmediğini bilmiyoruz. Ancak kesin olan şey şu ki, her iki taraftaki lider tabaka hiçbir zaman bu yönde bir yol haritasına ciddi bir şekilde bağlı kalmamıştır.
Filistin Ulusal Yönetimi ve Hamas’ın, devlet yapılarının inşacıları olmaktan ziyade ateşin koruyucuları olarak görünmeyi tercih ettiği aşikâr. Hamas bunu açık ve net bir şekilde yaparken Filistin Ulusal Yönetimi alttan alta, aldatıcı bir üslupla yaptı. Kısa bir dönem boyunca, özellikle 2007-2013 yılları arasında, Başbakan Selam Feyyad yönetimi, katı bir ‘dava’ duruşu yerine devlet inşa etme kültürünü teşvik etmeye çalıştı. Ancak Hamas ve Filistin Ulusal Yönetimi, Feyyad’ın projesini baltalamak için ellerinden geleni yaptı.
Filistin Ulusal Yönetimi’nin iki devlet formülüne ilişkin son pozisyonu ‘1948 ateşkes hatlarına dönüşü’ içeriyor ki bu hiçbir İsrailli liderin kabul edemeyeceği bir şeydir.
İsrailli liderlere gelince, onlar da ‘iki devlet’ formülü konusunda aynı derecede kaçamak, hatta tamamen sahtekarlardı. Bu fikir diplomatik bir klişeye dönüşmeden önce bile İsrail, Filistinlilere Bantustan tarzı bir yönetim sunan Yigal Allon planıyla Filistinlilerin öz yönetimini onayladığını ifade etmeye çalışıyordu. Ariel Şaron’un ‘Önce Gazze’ başlıklı planı iki devletli çözüme yönelik ilk adım olarak sunuldu. Ancak Şaron, askeri açıdan yarı özerk Gazze’yi buzlu bir bölge olarak görüyordu ve buzlu bir bölgenin bir saldırı başlatmak için üs haline getirilebileceğinin farkında değildi.
‘Önce Gazze’ planı, ‘tahliye yoluyla güvenlik’ kavramı yanılsamasını, her zaman geri çekilmesi kolay olan ılık bir barışla sonuçlanan ‘barış karşılığında toprak’ yaklaşımının yerini alan tehlikeli bir efsane olarak ortaya çıkardı.
Diğer yandan İsrailli liderler uzun süredir Gazze ile Batı Şeria arasında bir uçurum yaratmaya çalışıyor. Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimin) Filistin kolu olarak Hamas Hareketi’nin kurulmasını teşvik ettiler ve hatta desteklediler. Amaç Fetih Hareketi’ni baltalamak ve Madrid Barış Konferansı’nın ardından ortaya çıkan Haydar Abduşşafi gibi kişilerin temsil ettiği popüler Filistin liderliğinin altını oymaktı. Ancak Hamas hayal kırıklığı yarattığında ve Madrid’deki müzakerecileri kontrol etmek zorlaştığında, İsrail, Oslo Anlaşmaları aracılığıyla bahsini Yaser Arafat’a yatırdı.
Bu arada İsrailliler ve Filistinliler arasında destek olmamasına rağmen ABD ve Batılı müttefikleri tarafından desteklenen ‘iki devlet’ formülünü ciddiye almaktan kaçınmaya çalışan İsrailli liderler bir halkadan öbürüne atladılar.
İşin dikkat çekici kısmı, İsrail-Filistin çatışması, 19’uncu yüzyılın Avrupalı milliyetçi hareketlerini örnek alan Arap milliyetçiliği ile Siyonizm arasındaki bir çatışma olarak başladı. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında çatışma, Soğuk Savaş döneminde şiddeti artan jeopolitik bir boyut kazandı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bu jeopolitik boyut, çeşitli rejimleri meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanılıp suistimal edilen ‘Filistin davası’ ile ideolojik bir surete büründü. Bu rejimlere örnek olarak Tahran’daki İslam Cumhuriyeti’ni, Ankara’daki Adalet ve Kalkınma Partisi’ni ve ister inanın ister inanmayın Kolombiya’daki sol hareketi verebiliriz. Başkalarının ‘büyük amaçlar’ uğruna can almasını ve canından olmasını izlemekten zevk alan Batı’daki ‘dönüş biletli devrimcilerden’ bahsetmiyorum bile.
Soğuk Savaş boyunca İsrail-Filistin meselesinin jeopolitik boyutunun göz ardı edilmesi, ‘iki devlet’ formülünde vücut bulan kontrolsüz diplomatik kovalamacaları teşvik etti. Bugün aynı hata, neredeyse sadece Hamas’a odaklanılarak tekrarlanıyor. Kimse ‘medeniyetler çatışması’ adı altında ‘Hamas’ı kimin finanse ettiğini, eğittiğini, silahlandırdığını ve manipüle ettiğini’ sorma zahmetine girmiyor.
Mevcut trajedi, Soğuk Savaş sonrasında şekillenen statükoyu paramparça etti. Onu şu ya da bu şekilde yeniden canlandırmaya yönelik girişimler, yalnızca daha büyük trajedilerin başlangıcına yol açacaktır.