7 Ekim'de Aksa Tufanı operasyonu ile başlayan, ardından Gazze ve sakinlerine karşı bir kitle imha savaşına dönüşen Gazze Savaşı'nda yaşananlarla ilgili Arap ve uluslararası çeşitli medya organlarındaki haberleri takip eden herkes, Arap ve İslam bölgelerindeki kanalların, ajansların ve gazetelerin haberciliğiyle karşılaştırıldığında, CNN, BBC, Fox News gibi büyük uluslararası kanallar ile ABD, Avrupa basınının haberciliğindeki bariz çelişkiyi görerek şaşıracaktır.
ABD, Avrupa Birliği ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri, yani genel olarak Batılı politikacılar ile liderlerin tepkileri takip edildiğinde ise şaşkınlık daha da artacaktır. Ortak tutumları; Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısını kınamak ve bunu bir terör eylemi saymak, İsrail'e, meşru müdafaa hakkı bahanesiyle Gazze'ye yönelik kapsamlı bir savaş başlatması için yeşil ışık yakmaktır. Ama eş zamanlı olarak İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü ve 3 binden fazla kişinin şehit olmasına yol açan saldırıları ise tamamen göz ardı ediliyor ve medyada yer almıyor. Son olarak da ABD Başkanı Joe Biden'ın Tel Aviv'de Netanyahu'ya hitaben: "Bize öyle geliyor ki hastane katliamının sorumluları siz değil, kendileridir” sözünün gösterdiği gibi, İsrail'in güney Gazze'deki el-Ehli Baptist Hastanesi katliamına ilişkin açıklaması Batı tarafından kabul ediliyor.
Dehşet ve şaşkınlık aşamasının atlatılmasından sonra, şu sorulara cevap bulmaya çalışan yeni bir araştırma aşaması başladı: Pozisyonlar ve yorumlar neden farklılaştı? Yıllardır tüm dünya nüfusunun, ülkelerin ve yönetici elitlerin etrafında birleşebileceği insani normlar ve değerler bulmak için gösterilen büyük çabalara rağmen, dünya neden olup bitenlere dair birleşik bir vizyon oluşturamıyor?
Siyonist lobinin küresel medya üzerindeki kontrolü, Batılı ülkelerin politikalarını etkileme gücü ve yaklaşan başkanlık seçimleriyle birlikte Yahudi lobisinin Amerikan siyasetindeki nüfuzunun güçlenmesine dair eskiden beri dillendirilen bir açıklama var. Bu açıklama tamamen yanlış olmasa da tek başına resmin tamamını görmeye hizmet etmiyor.
Bu farklılığın açığa çıkardığı en tehlikeli şey, dünyanın değerlendirmeleri, bakış açıları ve dolayısıyla konumları farklı olan bloklara bölünmüş olmasıdır. Amerikalı akademisyen ve düşünür Samuel Huntington'un daha sonra “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” başlığı ile kitap haline getirdiği ünlü makalesinde medeniyetler çatışması olarak adlandırdığı şey de budur. Huntington, bu kitabında, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra kapitalist sistemin Marksist ideolojiye karşı nihai bir zafer kazandığını ve dünyaya hâkim olduğunu söyleyen "Tarihin Sonu ve Son İnsan" kitabının yazarı öğrencisi Francis Fukuyama'nın tezine karşı çıkıyordu. Huntington, itirazında kapitalizm ile komünizm arasındaki ideolojik çatışmanın sona erdiğini ve Soğuk Savaş sonrası çatışmaların ulus devletler ile bunların siyasi ve ekonomik farklılıkları arasında yaşanmayacağını, aksine kültürel ve dini farklılıkların önümüzdeki yıllarda insanlar arasındaki çatışmaların ana itici gücü olacağını savunuyordu. Bir tarafta Batı Hristiyan medeniyeti, diğer tarafta İslam medeniyeti olmak üzere birden fazla medeniyet arasında kültürel ve dini bir çatışma olacağını belirtiyordu. Dünyayı, Budist ve Hindu Asya medeniyetleri, Afrika medeniyetleri, Latin medeniyetleri gibi medeniyet bloklarına bölüyordu. Huntington’a göre bu medeniyetler kendi din ve kültürlerinden kaynaklanan değerlere, geleneklere ve görüşlere dayanırlar ve bu durum onları, diğer medeniyetlerin değer ve gelenekleriyle bir çatışmaya sokar. Huntington kitabında şöyle der: “Kültürel farklılıklar veya özellikler, ideolojik bağlılıklar gibi değiştirilemez. Bir kişi komünist iken liberal olarak ideolojik bağlılığını değiştirebilir, ancak örneğin bir Rus İranlı olamaz. İdeolojik çatışmalarda insanlar hangi tarafı destekleyeceğini seçebilir, ne var ki kültür veya medeniyet çatışmalarında bunu yapamazlar. Aynı mantık din için de geçerli; bir kişi çifte vatandaşlığa yani mesela hem Fransa hem de Cezayir vatandaşlığına sahip olabilir ama aynı anda hem Müslüman hem de Katolik olamaz.”
Huntington'ın teorisi de eleştirilerden kurtulamadı ve aralarında Batılıların da olduğu birçok düşünür ve akademisyen, kendisine karşı çıktı. İslam’da farklı görüşler ve çok sayıda ekol ve mezhep olduğu için mesela İslam'ı birleşik bir jeopolitik blok saymanın yanlışlığından bahsettiler. Bazıları onu, pozisyonlarını medeniyet çatışması meselesine dayandıran, bunu tüm eylemlerinin nedeni ve gerekçesi olarak gören cihatçı siyasi İslam gruplarının bakış açısını benimsemekle suçladı.
Batı'nın körü körüne İsrail'in yanında yer aldığı, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu binlerce Filistinli şehidi görmezden geldiği, onları doğal insani kayıplar olarak gördüğü, buna karşılık İsrail'in sivil kayıpları için dünyayı ayağa kaldırdığı mevcut atmosfer, bu tezi bir kez daha gündeme getiriyor. Mazlumluk ve dünyada adalet ve eşitliğin yokluğu söylemini benimseyen ve dünyayı büyük bir cehenneme çevirebilecek yeni cihatçı dalgalara bölgeyi altın bir tepside sunuyor.
Arap-İslam medeniyeti de dahil olmak üzere, dünyanın farklı bölgelerindeki büyük insan medeniyetlerinin katkıda bulunduğu gibi, Batı'nın da katkıda bulunduğu büyük insani değerler; inandırıcılığında, kapsayıcılığında ve dünyanın tüm bloklarını ve ülkelerini temsil etme kudretinde gedikler açan ciddi bir sınava tabi tutuluyor. Batı hesaplarını gözden geçirip pozisyonunu düzeltmedikçe ve çifte standartlarını uygulamaya devam ettikçe, bölge, bizi yüzyıllarca geriye götürecek, büyük fedakarlıklarda bulunmadan kurtulmamızın zor olacağı büyük bir medeniyet gerilemesinin tehdidi altında bulunuyor.