İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşı beşinci haftasına yaklaşıyor ve ufukta savaşın yakında sona ereceğine dair bir işaret yok. Savaşın sadece süresi uzayıp kan seli akmaya devam etmiyor, cepheleri ve tarafları da çoğaldı. Dahası nüfusu 2 buçuk milyonu aşan, yüzölçümü 360 kilometre kareyi geçmeyen, insanın bir araba ile tamamını birkaç saatte dolaşabileceği bir bölgede geçen bir dünya savaşı şeklini aldı.
Savaşın biçimi, içeriği ve hedefleri, dünyada radikallerin ve teröristlerin hükümeti olarak tanımlanan İsrail hükümeti tarafından çizildi. İsrail’in bunun için kullandığı gerekçe ise Hamas hareketine bağlı el-Kassam Tugayları'nın, Gazze'yi çevreleyen İsrail duvarı ve yakınındaki yerleşim yerlerini kapsayan bölgede gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonu ve bu operasyon sırasında İsraillerin öldürülmesi, bazılarının dünya genelinde bazı kesimler tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Hamas tarafından rehin alınması.
Gazze savaşında ve öncesinde Aksa Tufanı operasyonunda ölen ve yaralananların çoğu, gerçekçi tanımlamalara göre sivillerdi. Aynı tanımlama evleri, mülkleri ve geçim kaynakları yok edilen, kuşatma ortasında evsiz kalan, su, yiyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamayan, hayatları bazılarının ölümün daha iyi olacağına inanacağı kadar dayanılmaz bir cehenneme dönüşen Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler için de geçerli.
Kendilerine destek olacak, etraflarını saran cehennem ateşini hafifletecek kimseyi bulamayan Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin maruz kaldığı acılar, Aksa Tufanı’nı planlayan ve uygulayanların hedeflerini aşıyor. Aksa Tufanı, İsrail'in vahşi saldırısını başlattı ve buna yönelik geniş küresel desteği en uç noktalara taşıdı. İsrail hükümeti siyasi amaçlarla Aksa Tufanı saldırısı mağduru vatandaşlarını kucaklarken, rehineleri en ufak bir sorumluluk duygusu olmadan Hamas'ın eline bıraktı çünkü onların oradaki varlığı, Filistinlilere karşı uyguladığı acımasız tavrı destekliyor ve meşrulaştırıyor.
İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşının ve Aksa Tufanı operasyonunun sivil mağdurlarını çevreleyen kan ve yıkım sürecine ve bunun Batı Şeria'daki yansımalarına rağmen, bahsi geçen süreç yukarıdakilerin ötesine geçerek bölgede İsrailliler ile Filistinliler arasında olup bitenleri etkilemeye çalışan diğer süreçlere ve arenalara uzanıyor. Burada esas olarak ‘angajman kuralları’ uyarınca iki taraf arasındaki sınır boyunca İsrail ile arasında karşılıklı bombardımanların başladığı Lübnan Hizbullahı kastediliyor. Bombardımanların her iki taraftaki sivillerin üzerindeki kanlı ve yıkıcı yansımaları başladı.
Lübnan Hizbullahı'nın sivil mağdurlara zarar verme hattına dahil oluşu, İran'ın bölgede ‘direniş ve karşı çıkma’ sloganı altında yönettiği koalisyonda görülen hareketlenmenin bir parçasını temsil ediyor. Söz konusu koalisyonda Lübnan, Irak ve Yemen'de İran'a bağlı Şii milisler ve güçler, Filistinli Hamas ve İslami Cihad örgütleri, Yemen'de Husiler, Suriye'de Esed rejimi ve yine Suriye'de İran'a bağlı yeni örgüt ve gruplar yer alıyor. Bu tarafların çoğu, Gazze Şeridi'nde İsrail işgaline karşı devam eden çatışmalarda Hamas ve İslami Cihad hareketlerine desteklerini ifade eden çeşitli düzeylerde sinyaller gönderdiler. Bu sinyallerin en dikkat çekeni, Yemenli Husilerin İsrail'e gönderdiği insansız hava araçlarına ilişkin medyada dolaşan haberlerdi.
İran'ın bu koalisyonun başında yer alması, bizi iki çizgi üzerinde stratejik varlığını inşa etme ve güçlendirmeye dayanan bölgedeki rolünün ayrıntılarına götürüyor. Bu çizgilerin ilki, Suriye'de olduğu gibi rejim ile muhalifleri arasında iç çatışmalar yaratıp tırmandırma veya Lübnan, Yemen, Irak ve Filistin'de olduğu gibi mezhepler, siyasi ve etnik gruplar arasındaki çekişmeleri büyütme yoluyla mümkün olduğu kadar çok ülke üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmak. İkinci çizgi, Tahran'ın kendine bir yer edinmek için bölgedeki iç çatışmalara müdahil olması ve bunun da İran'a tarafları etkileme fırsatı vermesi. Bu ise İran’ın bölgedeki konumunu güçlendirip nüfuzunu genişletiyor. İran Arap-İsrail çatışmasına ve özellikle de Filistin-İsrail çatışmasına müdahalesi ile de bunu yapıyor.
İran'ın bölgedeki politikalarının ana ve doğrudan etkisinin, artık bölgedeki birçok ülkeyi saran ve uzak görünseler de mümkün olduğu kadar çok ülkeyi kapsamaya aday olan kan ve yıkım süreçlerinde vücut buluyor. Ancak bu, İran'ın kan ve iç yıkım sürecinden uzak olduğu anlamına gelmiyor çünkü o da içinde iki düzeyli bir çatışma yaşıyor. Birincisi, tıpkı hükümete bağlı Ahlak Polisi tarafından gözaltına alındıktan sonra ağır şekilde darp edilen İranlı genç kızın öldürülmesinin ardından 2022’de patlak veren İran protesto hareketi gibi, zaman zaman açık ve geniş çapta patlak veren, geniş bir halk hareketi biçimini alan siyasi muhalefetle çatışması. Genç kızın ölümü, yüzlerce tutukluyu etkileyen kanlı bir sürecin başlangıcı oldu. İkincisi ise Kürt gruplarla yaşanan çatışmalar ki en sonuncusu geçtiğimiz yıl İran içindeki Kürt bölgelerinde yaşandı. İçerideki bu çatışmalara ek olarak Molla rejimi, Irak'taki kamplara da saldırılar düzenledi ve her iki olayda da Kürt siviller öldürüldü ve yaralandı, hayatta kalanların hayatları mahvoldu.
İran'ın Suriye'deki kan ve yıkım sürecindeki rolü son 10 yılın en belirgin ve etkili rolüdür. Suriyelilere yönelik savaşında Esed rejimi ve milislerine siyasi, ekonomik ve askeri açıdan destek vermesinin dışında, kendisi ve milisleri de doğrudan savaşa katıldı. Batı Kalamun, Humus kırsalı, Şam'ın batı ve güneyi ile Suriye'nin doğusunda on binlerce sivili öldürdüler, evlerini ve mülklerini yıktılar. Suriye'nin Lübnan sınırına yakın Humus ve Şam kırsalında olduğu gibi hayatta kalanların çoğunu zorla göç ettirdiler.
Aslında İran'ın sivillerin yaşamları üzerindeki etkisi geçmişte yaşananların ötesine geçerek geleceğe de uzanıyor. Bazı Suriyelilerin Şiileştirilmeleri, İran’ın Şiileştirme politikası ile (Suriyelilerin unutmasının veya unutmuş gibi yapmasının uzun zaman alacağı) Suriye'deki rolü konusunda Suriyeliler arasında bir anlaşmazlığa yol açabilir. Bu da Şiileştirilmiş kişileri gelecekte kendi yurttaşlarıyla karşı karşıya getirecek bir zemine yerleştiriyor. İran buna ilaveten, Esed rejiminin borçlarına ve Suriyelilere karşı savaşta ona yardım etmesine karşılık olarak kendisine kolay şartlarla sunduğu kaynakları ele geçirmesi ve kontrol etmesi nedeniyle gelecekte de Suriyelilerin yaşamları üzerinde etkili bir rol oynayacak.
Bölgemizdeki sivil mağdurlarla ilgili bir yazının, Yemen'deki mağdurların ve onların Sudan, Lübnan, Irak ve Libya'daki kardeşlerinin koşulları ele alınmadan tamamlanamayacağını vurgulamaya gerek yok. Tüm bu ülkelerde silahlı güçlerin ve nefretle dolu, güç ve paraya aç acımasız, sapkın ve radikal milislerin ölüm, yaralama ve yıkım değirmeni altında ezilen bir sivil mağdurlar kalabalığı var. Binlerce dini veya milli ideolojik maske takıp, sloganlar atsalar da bunların gerçek yüzleri biliniyor zira gerçek onların bu sloganlardan uzak olduklarını ve sadece yalan söylemek ve insanları kandırmak için bunları kullandıklarını ispatladı.
Dikkat çekmemiz gereken son bir işaret var ki o da, bölgenin son yüzyıldaki tarihinin, sivillerin hak ve onurunun ihlal edildiği, mağdurlara dönüştürüldüğü, bölgesel ve uluslararası dış müdahale güçlerinin bölgeye yönelik ihlallerinin bir tarihi olduğudur. Bu tarih bölge sakinlerinin çoğunun hayatlarını olup bitenler ve olabilecekler konusunda sürekli bir korku ve panik içinde yaşamalarına yol açtı. Bölge sakinlerinin çoğu, insana yaraşır bir gelecek, ilerleme ve başarı için yaşamak yerine, olası felaketleri bekleyerek hayatlarını sürdürdüler.