Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İlk Paris gösterisinin analizi

“Paris, bir savaş meydanına dönüşebilir!”

Geçtiğimiz cumartesi günü polisin izniyle gerçekleştirilen ‘Filistin’le Dayanışma’ gösterisi hakkında yorumcular bu tahminde bulundu. Endişe temelsiz değildi. Birkaç gün önce Harris şirketinin yürüttüğü bir anket, Fransızların yüzde 82’sinin Fransa’da bir terör dalgasından korktuğunu, yüzde 72’sinin ise 7 Ekim’deki Hamas saldırısına benzer bir şeyin Paris’te de gerçekleşeceğini düşündüğünü ortaya koydu.  

Eski İçişleri Bakanı Brice Hortefeux, insanların endişelerinde haklı olduğunu söylüyor. Nitekim son on yılda Fransa, 400’ü aşkın terör saldırısına ya da teşebbüsüne maruz kaldı ve bunların neredeyse tamamı Ortadoğu ya da ‘İslam dünyası’ olarak bilinen bölge ile bağlantılı.

Aynı endişe pek çok gazete başyazısında da dile getirildi ve insanlara yaklaşık 700 bin Yahudi ile Avrupa’nın en büyük Yahudi topluluğuna ve yaklaşık 7 milyon Müslümanla da daha büyük bir Müslüman topluluğuna ev sahipliği yapan Fransa’nın aslında ‘Ortadoğu’nun bir parçası’ olduğu hatırlatıldı. 7 Ekim’den sonra Paris ve diğer şehirlerde polis tarafından yasaklanan bir dizi küçük ama şiddetli gösteri de endişeleri artırdı.

Cumartesi günkü gösterinin öncesinde emniyet, ‘her türlü ihtimale’ karşı önlem olarak insansız hava araçları ve helikopterler ile desteklenen 2 bin silahlı personel ve sivil polisler göndermeyi planladığını duyurdu. Gösteriyi himaye eden işçi sendikaları ve siyasi partiler de yaklaşık bin erkek ve kadından oluşan ‘güvenlik birimlerinin’ gösteride hazır bulunacağını söyledi. Polis, tedbir amaçlı olarak yürüyüşçülerin Marais bölgesinden geçmesine izin vermedi. Çünkü Paris’in dördüncü bölgesinde bir mahalle olan Marais’te çok sayıda Yahudi evi ve iş yeri bulunuyor. Bu gösteri, Fransa İçişleri Bakanlığı’nın belirttiğine göre 7 Ekim’den beri 900’den fazla vakayla Yahudi karşıtı eylemlerin arttığı bir ortamda planlandı.

İşte bu yüzden, tahmin edersiniz ki biraz da endişeyle, emekli muhabirlik koltuğumdan kalkıp, bu tehlike dolu gösterinin haberini yapmaya karar verdim. Ne büyük sürpriz yaşadım ama! Olay, 1960’lı yıllardaki öğrencilik dönemlerinde Paris’te gördüğümüz onlarca gösteriye benzese de bu, oldukça küçük bir olaydı. Polise göre yaklaşık 19 bin kişi katıldı; bunların dörtte biri de güvenlik görevlisi ve/veya gazeteciydi. Ve her zaman olduğu gibi Sosyalist Parti de dahil olmak üzere organizatörler, katılımcı sayısını üç kat fazla gösterdi.

Cumhuriyet Meydanı ile Halk Meydanı arasındaki 3 kilometrelik mesafe bir savaş alanına dönüşmedi. Bazı noktalarda gösteri, korkudan kapılarını kapatan mağazaların önünde bir seyir yürüyüşü gibi görünüyordu. Gösteriye katılanların çoğu, görebildiğimiz kadarıyla gençlerden oluşuyordu. Birkaçı somurtkan ve öfkeli görünmekle birlikte çoğunluğun tavırları genel olarak iyiydi; birbirlerine şakalar yapıyor, gülüşüyorlardı. Bir mağazanın camını kıracak kadar öfkeli görünen bir Fransız-Cezayirli kadını saymazsak, aşırıya kaçmak isteyen bir kişiye dair hiçbir emare yoktu.

Paris gösterileri, birbirlerinin etkinliklerine katılmak isteyen aktivistlerin sergilediği bir modele sahip. Bu gruplar arasında anarşistler, Türkiye karşıtı Kürt gruplar, Halkın Mücahitleri Örgütü, ‘Petrolü Durdurun’ Hareketi, ayrıca Yeşiller Partisi militanları, Sovyetler Birliği’ne özlem duyulan nostaljikler, Amerikan karşıtı şahinler, herhangi bir dava için yürümeye hazır iyilikseverler ve banliyö hırsızları yer alıyor. Polisin, başından beri gösteriye katılımdan menettiğini söylediği bin 300 kişi arasında bir neo-Nazi grubu da vardı.

Gösteri boyunca Hamas hareketi oldukça az zikredildi. Belçika’dan geldiklerini söyleyen ve Ayetullah Ali Hamaney’in fotoğrafıyla Hizbullah bayrağı taşıyan üç Humeynici, ‘Hamas kazanacak’ sloganı atmaya çalıştı, ancak göstericilerin düşmanca bakışları onları hemen susturdu.

Hamas ile Filisin davasının birleştirilmesi meselesi bir kafa karışıklığına sebep oldu. Zaten gösteri de tamamıyla, baskın tema olarak ‘Filistin’e odaklanıyordu. ‘Filistinli kurbanlar’ anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Ana slogan da “Filistin özgürdür!” idi. “Gazze’ye özgürlük” sloganına ise ironik bir belirsizlik hâkimdi, zira Gazze Şeridi’ni on yıldır Hamas hareketi yönetiyor.

Az sayıda gösterici, “Nehirden denize Filistin özgürdür” sloganı attı. Ayrıca 1930’lardan beri Almanca söylenen “Yahudileri kovun!” söylemi de dillendirildi, ancak bu uzun sürmedi. Kendileriyle konuştuğumuz yürüyüşçülerden hiçbiri, Hamas hareketini desteklediğine dair bir ifade kullanmadı.

Nanterre Üniversitesi öğrencisi olan Hervé, “Biz Filistin halkıyla dayanışma göstermek için buradayız” derken, bir mağaza çalışanı olan Dominique Hanım da Filistinli çocukları ölürken görmeye dayanamadığı için geldiğini söyledi. Bir başka gösterici Leyla el-Garibi ise, “Bu katliam durmalı” ifadelerini dile getirdi.

Günlük gazete Le Figaro tarafından yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre Fransızların yüzde 37’si halen İsrail’e sempati duyarken, Filistin’e sempati duyanların oranı yüzde 20, Hamas’a sempati duyanların oranı ise sadece yüzde 5.

Bu gösteri ayrıca, İsrail için kötü bir haber mahiyetindeydi. Zira bu kalabalık arasında Yahudi karşıtı sıra dışı insanlardan sayılamayacak sıradan Fransız vatandaşlar da vardı. Yahudi karşıtlığının Batılı ülkelerin çoğunda olduğu gibi Fransa’da da derinlere kök saldığına şüphe yok. Ancak İsrailli liderlerin, 7 Ekim’de mağdur olan İsrail’in iki gün sonra nasıl olup da zalim ve baskıcı bir devlet olarak tasvir edildiğini sorgulaması gerekiyor. Gösteride kendileriyle konuştuğumuz insanlar, 7 Ekim’i unutmuş gibiydiler.

Avrupa’da Hollanda’yı hariç tutarsak Fransa, onlarca yıldır İsrail’in en büyük destekçisi ve ana silah kaynağı oldu. Fransa, İsrail’e nükleer yeteneklerini geliştirmesi için yardım etti. İsrail’e her saldırıldığında Fransız entelektüeller ve ünlüler, halka açık toplantılar ve gazetelere tam sayfa ilanlar yoluyla destek vermek için harekete geçti. Ama bu kez tek dayanışma ifadesi, birkaç Yahudi isimden geldi.

Cumartesi günkü gösteride Hamas’ın alıkoyduğu 250 İsrailli rehineden söz edilmedi. Sözde seçkinler ise İsrail’e karşı tek yönlü, öfkeli bir tutum sergiledi. Bununla beraber kamusal alanlardaki gayri resmi konuşmalar, Binyamin Netanyahu’nun saldırgan söyleminin dikkatleri İsrail’in 7 Ekim’de ödediği bedelden uzaklaştırırken Hamas’ın da Filistin davasına büyük bir zarar verdiğini gösteriyor.

Ancak en azından Fransa’da, bilebildiğimiz kadarıyla kamuoyu mücadelesine henüz karar verilmedi.