Nasif Hitti
TT

Zirveden sonra: Gerekli ortak diplomatik eylemin meydan okumaları

Hem Arap Birliği’nin hem de İslam İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanı olan Suudi Arabistan Krallığı'nda, 57 ülkenin katılımıyla ortak ve olağanüstü Arap-İslam Zirvesi'nin düzenlenmesi açık ve çok boyutlu bir diplomatik mesajdı. Bu, Filistin, Arap ve bölgesel olmak üzere çeşitli nedenlerle yıllardır bölgesel öncelikler arasında yer almayan Filistin meselesinin gündeme geri dönüşünü yansıtan bir mesaj niteliğindeydi. Filistin meselesi, İsrailli yetkililerin tekrarladıkları ve tehdit ettikleri gibi zaman ve mekan olarak ucu açık olan ‘Gazze Savaşı’ aracılığıyla, çeşitli ve potansiyel gelişmeleri ve yansımalarıyla, Ortadoğu bölgesinin işlerini büyük ölçüde etkileyen acil bölgesel meseleler gündeminde öncelikli bir konuma geri döndü. Gerek bölge ülkeleri gerekse uluslararası güçler ve tarafların bölgedeki çıkarları açısından yeniden öncelik kazandı. Bunun en açık örneklerinden biri Washington'ın aktif olarak bölgeye geri dönmesidir. ABD, Gazze üzerinden ve sıcak bölgesel konular arasındaki doğrudan veya dolaylı bağlantı ve örtüşme nedeniyle bilhassa İsrail'in bölge meselelerindeki pozisyonunu destekleyerek müdahil olmaya geri döndü.

Arap-İslam ortak duruşunun önemi, zirvede bu amaçla oluşturulan bakanlar komitesinin üstleneceği diplomatik eylemde yatıyor. Komitenin amacı Gazze Şeridi'nin ötesine uzanan boyutları olan bu savaşın sona erdirilmesinde Arap-İslam pozisyonunun aktif bir role dönüştürülmesidir.

Batı Şeria'da işgalci otoritenin yeşil ışık yaktığı yerleşimcilerin, özellikle birden fazla gözlemcinin ‘küçük Gazze’ olma yolunda ilerlediğine inandığı Cenin civarında süregelen ve gerginlik yaratan saldırılarını da hatırlatalım. Bunlar aynı zamanda aşırı dinci sağcı hükümetin Batı Şeria'nın Yahudileştirilmesi ve burada yaşayanların sınır dışı edilmesi şeklinde açıkladığı İsrail politikasını hayata geçirmeye hızlanıldığına da işaret ediyor. Bunu gerçekleştirmek ve Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e uzanan ‘büyük İsrail’i kurmak ve ‘alternatif vatan’ fikrini canlandırmak için çeşitli araç ve yöntemler kullanılıyor. Bu politika eğer devam ederse, komşu ülkeler üzerinde, özellikle de bu politikayı tamamen durdurmamanın tehlikeleri konusunda defalarca uyarıda bulunan Ürdün üzerinde potansiyel yansımaları olacaktır.

Ortak bakanlar komitesinin hamlesinin üç temel başlığı var ve bunlar birbiriyle bağlantılı. Birincisi Gazze ablukasının kırılması. Komitenin bu yöndeki yaklaşımı aktif ve etkili uluslararası tarafların yanı sıra, bu konuda yapılacak çalışmalara etkin bir şekilde katılacak insani meselelerle ilgili uluslararası kurum ve kuruluşlar ile resmi olmayan kuruluşları da içermeli. İsrail'in savaş stratejisinde önemli bir kart olan kuşatmanın durdurulamaması, doğrudan ve sonradan coğrafi olarak Gazze Şeridi'ndeki savaşın ötesine geçecek çeşitli yansımalarıyla savaşın genişlemesine ve gerilimin artmasına da katkıda bulunuyor. Her gün belirli saatlerde verilen insani aralar kesinlikle Gazze'yi kuşatma ve boğma politikasına fiili ve etkili bir çözüm değil. Zira İsrail savaşının devamı kapsamında yalnızca Gazze Şeridi halkının her gün ödediği insani maliyeti az da olsa hafifletmeyi amaçlıyor.

İkinci temel başlık, meşru müdafaa başlığı altında yürüttüğü savaşta İsrail'i desteklemeye dayalı tutumlarını değiştirmeleri için başta elbette ABD olmak üzere etkili Batılı güçlere yönelmektir. Bunun yanı sıra söz konusu ülkelerin konumlarını değiştirmeleri için bir iç baskı oluşturmak amacıyla, toplumlarındaki fikir üreticileri ile karar vericilere hitap eden bir kamu diplomasisini etkinleştirmektir. Sürmekte olan katliamlara ve İsrail savaşının çok gerçekçi bir perspektiften bakıldığında gerçekleşemez olan Filistinlilerin varlığını bitirme hedeflerine karşı bu ülkelerde artan kamuoyu tepkileri, iç baskı oluşturmaya önemli ölçüde yardım ediyor. Arap-İslam eylemi, devam etmeleri halinde daha fazla riske, siyasi ve diğer komplikasyonlara yol açacak çatışmaların derhal durdurulması başlığını taşıyor. Çatışmaların durmasının ardından ateşkesin formülü konusunda görüşmeler yapılması gerekiyor. Hatırlatmak gerekirse; Gazze'yi yönetecek yerel otoritenin İsrail'in askeri güvenlik komutası altında ve onun şartlarına göre olmasını kabul eden veya isteyen bir taraf bulunmuyor. Çatışmaların durmasını pekiştirmek için varılacak ateşkes, iki taraf arasında dengeli ve paralel düzenlemelerin, ilgili uluslararası referanslara, kurallara ve kararlara saygı temelinde kurulmasını gerektiriyor. Bahsettiğimiz diğer unsurlara ek olarak nesnel koşullar ve İsrail’in çözümü önündeki ufkun tıkalı olması, bahsettiğimiz gibi Batı'nın pozisyonunu değiştirmeye yardımcı olacak ve böylece İsrail'i ne kadar inat ederse etsin, mümkün olan tek gerçekçi ve pratik çözümü kabul etmeye zorlayacaktır.

Üçüncüsü, çatışmayı durdurmak ve önceden var olan kırılgan istikrar durumuna geri dönmek, İsrail'in işgalini sağlamlaştırmasına ve sürdürmesine, hem Gazze hem de Batı Şeria'yı sanki iki farklı meseleymiş gibi ele almasına olanak tanıyacaktır. İsrail açısından kriter, ‘iki bölge’ arasında organik bir bağ oluşturan Filistin ulusal kimliği değil, coğrafyadır. Oysa coğrafi ayrım, kimlik ayrımı anlamına gelemez. Dolayısıyla Filistin ulusal kimliğinin birliğini geçersiz kılamaz. Bu gerçeklik kırılgan bir istikrarı temsil ediyor ve devam eden savaşın da gösterdiği gibi kalıcı ve uygulanabilir bir çözüm oluşturamıyor. Bu nedenle ortak zirvenin ilgili uluslararası norm ve kararlar temelinde uluslararası bir barış konferansı düzenlenmesi çağrısı, bilinen engellere ve zorluklara rağmen kapsamlı, adil ve kalıcı bir barış çözüm sürecini başlatarak gerçek istikrarın kapısını aralamak için tek gerçekçi yaklaşım olmaya devam ediyor.

Mevcut siyasi çıkmaz karşısında, bahsi geçen süreci başlatmak için önerilen formüller ne olursa olsun, uluslararası konferansın bu bağlamda önemini destekleyen veya zamanla hissetmeye başlayan birçok uluslararası taraf var. Barış sürecini canlandırmadan ateşkese varmak, en iyi ihtimalle devam edemeyecek olan uzun süreli bir ara anlamına gelecektir.

Zirvenin çağrıda bulunduğu gibi ortak çok taraflı diplomasiye girişmek, sürekliliğe ve hedeflere ulaşmak için gerekli tüm imkanların kullanılması koşuluna dayalı aktif ve etkili bir diplomasidir. Bölgede istikrar, güvenlik ve barışın sağlanması açısından oldukça gerekli ve gerçekçidir.