Siyasi amaç güden terörizmin tarihi, bizzat tarihin kendisi kadar uzundur. Ancak son yirmi yılda önemli ve endişe verici değişiklikler meydana geldi.
Eski versiyonlarda, hoşnutsuz bireylerin güçlü düşmanlara suikast düzenlediğini gördük. Julius Caesar, en yakın arkadaşları Marcus Junius Brutus ve Gaius Cassius Longinus liderliğindeki 53 senatör tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Sınırları İran'ı da kapsayan Selçuklu devletinin nüfuzlu Sadrazamı Nizamülmülk, aralarında Rus kölelerin de bulunduğu 18 Nizari haşaşinin elinden aynı kaderi paylaştı. Kaçar Nasıreddin Şah “Eşeğin Oğlu!” diye mırıldanırken tek kurşunla öldürüldü.
Zamanla terör daha da basitleştirildi. Çar'ın Petrograd'daki altın Droshky'sine el bombası atmak, Saraybosna'da bir köprüde büyük düke ateş etmek veya Joseph Conrad'ın ünlü romanı ‘Batı’nın Bakışları Altında’ da gösterdiği gibi; Londra'da kalabalık bir caddeye zaman ayarlı bomba yerleştirmekten oluşuyordu.
20. yüzyıla hızlı bir şekilde ilerlersek; Fransız işgali sırasında Cezayir'de veya Ngo Dinh Diem yönetimindeki Saygon'da Semtex'in kafe, sinema ve restoranları bombalamak için kullanılması, tipik siyasi terör vakalarına dönüştü. Daha sonra yolcu uçaklarının veya gemilerinin kaçırılması, rehinelerin ele geçirilmesi, trenlerdeki yolculara ve konsere katılanlara rastgele ateş açılması şeklinde çok sayıda saldırıya tanık olduk.
Bunlara dünya çapında birçok şehirde büyükelçiliklere, metro istasyonlarına ve gazete bürolarına düzenlenen saldırılar ve Lübnan'da yüzlerce ABD ve Fransız askerinin hayatına mal olan intihar operasyonları da eklenmelidir. Son olarak; New York ve Washington’a yönelik 11 Eylül Saldırıları, en azından devasa kapsamı açısından, bu milenyum öncesi terör geleneğinde bir tırmanışı temsil ediyordu.
Ancak terörün tüm bu versiyonları, Aristoteles'in ‘Poetika adlı eserinde bir trajedi yazarının uyması gereken üç birlik olarak tanımladığı şeyi takip ediyordu: Eylem birliği, zaman ve mekan.
Müzikal terimlerle ifade edersek; bu, oda müziğine ya da daha iyisi melodik çeşitlemelerden arınmış bir monokord temasının ısrarla vurgulandığı ‘destgah’ olarak bilinen Hint-Fars tek parçalı beste tarzına varabilir.
Ardından 28 Kasım 2008'de, ‘Deccan Mücahitleri (daha sonra ‘Leşker-i Tayyibe’ veya ‘Arınmışlar (Mutahhirin) Ordusu’ olduğu ortaya çıktı) adını kullanan Hint bir terör örgütü, Daily Telegraph gazetesinde ertesi gün ‘senfonik terör’ olarak tanımlanan yeni bir tür terör saldırısı gerçekleştirdi.
Hindistan'ın Bombay şehrinde (Mumbai) bu yeni terör biçiminin bestecileri, Aristoteles'in üç birliğini görmezden geldi. Amfibi çıkarmalar, rastgele atışlar, rehinelerin ele geçirilmesi, saatli bombaların patlatılması dahil 12 farklı operasyon düzenleyerek eylem birliğini bozdular. Operasyonların iki güne yayılmasıyla zaman birliği de bozuldu. 20 milyon nüfuslu deniz kıyısındaki mega kentin onlarca noktasına saldırılar gelmesiyle mekan birliği de bozuldu.
Klasik askeri ve standart terör operasyonlarının bir karışımı olan kampanyaya, seçilen noktalara patlayıcı yerleştiren 200'den fazla adam katıldı. Ancak rehinelerin yanı sıra sembolik olarak önemli yerlerdeki bölgelerin kontrolünü ele geçirerek klasik askeri tarzda faaliyet gösteren militanlar da vardı. Güvenlik güçlerine yönelik el bombalı saldırılarda öldürmeye ve öldürülmeye hazırlanan militanlar bulunuyordu.
Saldırganlar aynı zamanda, Keşmir'in hâlâ Hindistan yönetimi altında olan kısmını kurtarmak için savaştıklarını iddia ederek operasyonlarını haklı çıkaran çok sayıda broşür dağıttılar.
İlginç bir şekilde, daha sonra Hint istihbaratının saldırı konusunda bilgilendirildiği ancak böylesine yenilikçi bir operasyonun mümkün olduğuna inanmadığı için uyarıyı görmezden geldiği ortaya çıktı. Hint İstihbaratına göre terörizm, küçük bir grup silahlı adamın cennete kaçınılmaz yolculuklarının başlangıcı olarak uzak Keşmir'deki polis karakoluna saldırması anlamına geliyordu.
Şimdi, bu size tanıdık geliyor mu?
Mumbai olayları ile 7 Ekim'de İsrail kibutzuna Hamas tarafından düzenlenen saldırı arasındaki bariz bağlamsal farklılıklara rağmen, iki operasyon yukarıda bahsedilen aynı senfonik özelliği paylaşıyor.
Hamas roket, füze ve insansız hava aracı saldırıları ekleyerek, hava indirme birimleri konuşlandırarak ve denizden yandan saldırılar yaparak kendi senfonisini daha da büyük ölçekte oluşturdu. Burada, çeşitli temaların aynı anda geliştiğini, bazen birbirleriyle açıkça çeliştiğini ancak sonunda büyük bir ölümcül finalde bir araya geldiğini gördük.
Mumbai olaylarını klasik savaş unsurlarına dayalı bir terörizm olarak görebiliriz. Oysa 7 Ekim saldırısı daha çok, hepsi tek bir parça halinde örülmüş geleneksel fikirlere dayalı bir askeri operasyona benzeyebilir.
Burada soru şu: Bu, askeri terörizmin yeni bir biçimi mi, yoksa terör unsurlarının kullanıldığı çeşitli savaş yöntemleri mi?
Gerçek şu ki Hamas saldırısının Mumbai operasyonuyla aynı sonucu verip vermeyeceğini söylemek için henüz çok erken.
Mumbai operasyonu, Hindistan'ı silahlı muhalifleriyle mücadelede ‘göze göz’ politikasından vazgeçmeye, yani yalnızca herhangi bir saldırıyı gerçekleştirenleri ortadan kaldırmaya zorladı. 1996 yılında Hindistan Başbakanı Atal Bihari Vajpayee ile Şarku'l Avsat için yaptığım bir röportajda, ‘muhaliflerin’ yaklaşık iki bin ‘teröristi’ eğittiğini, silahlandırdığını ve Hindistan'a gönderdiğini söyledi. Ayrıca “Onları yavaş yavaş öldürüyoruz ama çok geçmeden yerlerine başkaları geliyor” dedi.
Nitekim Mumbai saldırısı bu yaklaşımı değiştirdi. 2008'den sonra Hindistan, nerede olursa olsun tüm ‘düşman gruplarını’ ortadan kaldırma çabalarının bir parçası olarak kısıtlamalara uymama stratejisi benimseme kararı aldı.
Elbette küçük çaplı terör operasyonlarını kullanmak, çok daha güçlü bir rakibin hayatını zorlaştırmanın, hatta belki de onu taviz vermeye zorlamanın etkili bir yoludur. Ancak ABD'ye yönelik 11 Eylül, Mumbai saldırısı ve 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e saldırısı gibi büyük dramatik saldırılar, riski, hedef alınanların öylece sırıtıp dayanamayacağı senfonik bir düzeye yükseltiyor.
Örneğin 11 Eylül Saldırıları, ABD'yi Afganistan'ı işgal etmeye ve El Kaide'yi yok etmeye zorladı. Bu Lübnan'da 241 denizcinin katledilmesinden sonra bile yapmayı düşünmediği bir şeydi. Aynı şekilde Hindistan, Mumbai saldırılarından sonra böyle bir şeyin bir daha asla yaşanmamasını sağlamaya çalıştı. Dolayısıyla bu durumlarda saldırganın ilk zaferinin, onun yok oluşunun bir başlangıcı olduğunu görüyoruz.
2008 ile 2023 yılları arasında, yani 7 Ekim'den önce, Hamas çok sayıda ‘üç birlik’ tarzı saldırı gerçekleştirdi. İsrail buna benzer düşük yoğunluklu karşı saldırılarla karşılık verdi; her ikisi de yavaş ama katlanılabilir bir korkunç seriye girişti.
7 Ekim saldırıları bunu sonlandırdı ve sonunu tahmin etmesi zor bir senfonide yeni bir hareket başlattı.