İsrail, Gazze Şeridi’nde tamamen silahsız sivillere karşı yürüttüğü savaştaki çılgınlığı ile pek çok kişinin düşündüğünden çok daha ileri gittiği gibi, Başkan Joe Biden’ın ABD’si de Binyamin Netanyahu’nun çılgınlıklarına ve zalim saldırı hükümetine göz yumma konusunda çok ileri gitti. Öyle ki, saldırı hükümetinin başındaki radikal görüşlü politikacılar, ABD’nin Hiroşima’ya attığı atom bombasına benzer bir atom bombasıyla Gazze Şeridi’nin yeryüzünden tamamen silinmesini önermekten hiç çekinmediler. İster Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun Beyaz Saray’ın efendisinin İsrail müttefikinin yanında yer alması yeni bir olay değil. Bu beklenen bir durum ve herhangi bir garipsemeye yol açmamalı. Ortadoğu bölgesindeki tüm büyük krizlerin kayıtları, İsrail’in yalnızca ABD’nin müttefiki olmadığını, aynı zamanda temel zeminini oluşturduğunu kanıtlıyor. Sadece İsrail, kayıtsız şartsız bir güvene sahip ve hiçbir ABD yönetimi dünyanın herhangi bir yerindeki müttefikine bunu sağlamayacaktır.
Yukarıdakiler, İsrail’in 1948 yılında kurulmasından ve ABD’nin 33. Demokrat Başkanı Harry Truman’ın kararıyla bütün dünya ülkelerinden önce davranıp Filistin topraklarında kurulan bir devlet olarak İsrail’i tanımasından beri var olan belgeli gerçeklerdir. Bununla birlikte tarih, bir evde aile menfaatinin korunması için şımarık bir çocuğun kulağının çekilmesini andıran bir şekilde birden fazla ABD yönetiminin güvendiği müttefikine ‘yeter artık’ demeye ihtiyaç olduğunu düşündüğü istisnai anların da olduğunu belgeliyor. Bu, tüm dünya insanlarının gözü önünde bariz bir şekilde iki kez yaşandı. İlki, Cumhuriyetçi Başkan Dwight Eisenhower’ın hızla Tel Aviv yöneticilerine Mısır topraklarından ve 1956’daki Süveyş Savaşı’ndan sonra Mısır’a bağlanan Gazze Şeridi’nden derhal çekilmeleri yönünde üstü kapalı bir azarlamayı da içeren bir talimat vermesiydi.
İkincisi ise Cumhuriyetçi Başkan George H. W. Bush yönetimi ile İsrail’in radikal Likud lideri Yitzhak Shamir arasında, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını doğrudan etkileyen iki konuda bir tür meydan okuma yaşanmasıydı. Birincisi 1991’de Madrid’de barış konferansı düzenlenmesinin kolaylaştırılması, ikincisi ise birinci ile ilgili, yani Haziran 1967 savaşı sırasında işgal edilen Batı Şeria’da yeni yerleşim birimlerinin inşasının dondurulması mevzusuydu. İkinci mevzu yaşandığında takvimler 1990 Haziran’ını gösteriyordu. Dünya, o dönemde ABD Dışişleri Bakanı olan James Baker’ın, uluslararası televizyon kanallarında Beyaz Saray’ın telefon numarasını gösterdiğini ve İsrailli politikacıların Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin genişlemesini durdurma kararı aldıktan sonra kendisiyle iletişime geçmelerini önerdiğine şahit olmuştu. Baker o sırada “Barış konusunda ciddiyseniz bizi arayın” derken, aksi takdirde inatçılığın, yeni kredilerin dondurulması gibi yaptırım niteliğinde bir adımla sonuçlanacağına dikkat çekiyordu.
Yukarıdakilerden, Beyaz Saray’ın efendisinin, ABD’nin çıkarlarına zarar veren ve bölgedeki diğer müttefikleriyle ilişkilerinin güvenilirliğini etkileyen her türlü inatçılığa son vermek amacıyla, istediği zaman İsrail yöneticilerine baskı uygulayabileceği sonucu çıkarılabilir. Bu, İsrail’in bölge ülkeleri arasında en güçlü silah deposu olarak kalması için ABD’nin verdiği değişmez desteğin terk edilmesi anlamına gelmez. Peki durum böyleyse şimdi şöyle bir soru sorulabilir: Netanyahu’nun her türlü makul sınırı aşan ahmaklığına karşı Joe Biden yönetiminin ve hatta bizzat başkanın daha sert bir tavır almasını engelleyen nedir? Herkesin gözü önünde Siyonist olduğunu ilan eden Demokrat başkanın sahip olduğu açık seçim çeki, İsrail savaş makinesinin karşısına geçip kırmızı gözlerle ‘yeter artık’ demesi için yeterli değil mi? Yeterli. Biden, ‘her şeyden önce gelmek’ gibi insani bir güdüye sahip olsa da, şayet isterse bunu yapabilir.