Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

İsrail'in kibri ve bir sonraki aşama

Geçtiğimiz yılın, İsrail'in bölgesel komşuları ile güç ilişkileri tarihindeki en önemli yıllardan biri olduğuna şüphe yok. Binyamin Netanyahu liderliğindeki aşırı sağcı hükümet döneminde, İsrail bölgedeki birçok tarafa ezici askeri ve siyasi darbeler indirdi ve bunun sonucunda büyük bir stratejik değişim gerçekleştirdi. Böylece İsrail'in bugün komşuları ile yaşadığı çatışma, geçmişteki çatışmalarından farklı hale geldi.

İsrail, geçen yıl Gazze Şeridi'ne yönelik yıkıcı saldırısını tamamlayarak yalnızca Hamas'ı ezmekle kalmadı, aynı zamanda Gazze Şeridi'ni tüm insani, ekonomik ve altyapısal yönleriyle yerle bir etti. Gazze Şeridi'ne yönelik saldırısı sırasında, Batı Şeria'daki Filistinlileri ve 1948 Araplarını da hedef almaktan çekinmedi ve böylece onları İsrail'in düşmanları ve birincil hedefleri olarak gördüğünü teyit etti. Ardından tüm bunlara ilave olarak, kendisine zafer avantajları sunan, dahası uygun gördüğü takdirde ihlal etme hakkını saklı tutan bir ateşkes anlaşması elde etti. Dünya, suçlarından dolayı İsrail'den hesap sormak yerine, İsrail'i en güçlü şekilde destekleyen ülkeler de dahil olmak üzere tüm dünyada sadece kınama çığlıkları yankılandı.

Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah'ın kışkırtmaları, İsrail savaş makinesinin odak noktasını onlara kaydırmasına gerekçe oluşturdu. Hamas ve İslami Cihat liderleri Suriye, Lübnan, Katar ve İran'da hedef alındı. Lübnan'da Hizbullah liderleri, unsurları ve karargahları, önceki beklentilerin çok ötesinde bir saldırıda öldürüldü ve yerle bir edildi. Saldırılar, önemli kişilerin öldürüldüğü, silah ve stratejik tesislerin imha edildiği İran'a da sıçradı ve bu da İsrail ile İran arasındaki algılanan güç dengesinde önemli bir dengesizliğe yol açtı.

Esed rejimi 2011'den beri Suriye halkına karşı yürüttüğü savaşla meşgulken, İsrail, Suriye'de İran hedeflerine ve milislerine ait hedeflere saldırılar düzenlemeyi adet haline getirmişti. Ama İsrail, caydırıcılık veya uyarı amacıyla bazı durumlarda Esed rejimine ait hedefleri vurmaktan da çekinmedi. Fakat İsrail'in çevre bölgedeki saldırılarının artmasıyla birlikte Tel Aviv için Suriye'deki statükonun devam etmesi ve çeşitli güçlerin orada çoğalması artık kabul edilemez hale geldi. Bu durum, farklı nedenlerle de olsa, hepsi Esed rejimine son verme ve yeni bir dönem başlatma konusunda hemfikir olan etkili bölgesel ve uluslararası aktörlerin arzu ve hırslarıyla derinden örtüşüyordu. Böylelikle 8 Aralık 2024, İran'ın Maşrık'taki gerilemesinin başlangıcı oldu. Suriye'de Beşşar Esed rejimi devrildi, İran ve tüm milisleri ülkeden çekildi. İran'ın müttefiki olan Rusya'nın Suriye'deki rolü geriledi. Beklentileri ve değerlendirmeleri aşmış gibi görünen bu gelişmelerden hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde birçok taraf faydalandı ve İsrail bunların en önde gelenlerinden biriydi.

Ne var ki doğası gereği saldırgan ve yayılmacı olan İsrail, Ortadoğu'da güç pozisyonundaki derin stratejik değişimden memnun değildi. Aksine, doğası ve liderliğinin arzuları doğrultusunda, sağcı koalisyonun iktidarda kalmasını sağlamak ve Başbakan’ın yolsuzluk suçlaması ile yargılanmasını önlemek için bir gerilimi tırmandırma politikası izledi. Zira yolsuzluk suçlaması, çoğu değerlendirmeye göre, Başbakan’ın İsrail'deki siyasi kariyerini sona erdirebilecek bir suç.

İsrail'in doğası, iktidardaki sağcı koalisyonun çıkarlarını koruma arzusu ve Netanyahu'yu yargılanmaktan koruma çabaları da dahil olmak üzere yukarıda belirtilen faktörler, İsrail'in Suriye cephesinde bir gerilimi tırmandırma politikası izlemesinin önünü açtı. Hem de ABD, Türkiye ve Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere uluslararası ve bölgesel aktörlerin Şam'daki yeni rejime verdiği desteğe ve bölgesel çatışmaları en azından yatıştırma girişimlerine rağmen. İsrail'in Suriye'ye yönelik gerginliği üç şekilde tırmandırdığı görülüyor; birincisi, Suriye ve İsrail arasında 1974 tarihli ateşkes anlaşması ile tesis edilen Golan Tepeleri'ndeki ateşkes hattını ihlal etti, yeni bölgeler işgal etti ve bazılarında askeri üsler inşa etti. İkincisi, ABD'nin de aralarında bulunduğu uluslararası destekli anlaşmanın çöktüğünü ilan etti. Üçüncüsü, Suriye'nin içişlerine müdahale etti, özellikle de Dürzi lider Şeyh Hikmet el-Hicri liderliğindeki ayrılıkçı faaliyetlere destek verdi.

İsrail ayrıca, ABD Başkanı Donald Trump'ın, kendisini barış elçisi olarak gösterecek bir güvenlik anlaşmasından ibaret olsa bile, Suriye-İsrail arasında varılmasını istediği anlaşmaya yönelik ABD öncülüğündeki bölgesel ve uluslararası çabaları da engelledi. İsrail, Suriye-İsrail ilişkilerinin geleceğine ilişkin iki temel konudaki tutumunu defalarca açıklayarak, söylemleriyle gerilimi yükseltmeye yöneldi. Birincisi, yakın zamanda işgal ettiği topraklardan çekilmeyi reddetti ve bunların “İsrail'in güvenliği için elzem” olduğunu iddia etti. İkincisi ise, uluslararası kararlar uyarınca Golan Tepeleri'ni Suriye egemenliğine iade etmeyi ve Suriye ile herhangi bir müzakerede Golan Tepeleri konusunda herhangi bir “taviz” vermeyi reddetti.

Kısacası, İsrail alışık olduğu aşırılıkçılık, güç ve inkârcılık politikasını sürdürmeye devam ediyor; şiddet döngülerinin yeniden alevlenme olasılığına rağmen, politikasında hiçbir değişiklik yapmıyor ve en yakın müttefiklerinden gelen tavsiye veya baskılara bile yanıt vermiyor. Bu politika, bölgeyi bitmek bilmeyen çatışmalara sürükleyecek, siyasi çözümlerin önünü kesecek, ekonomik kalkınma projelerini engelleyecek ve bölgenin hem bölgeye hem de dünyaya fayda sağlayacak bir iş birliği rolünü oynamasını engelleyecektir.