ABD, Güvenlik Konseyi'nin geri kalan üyelerinin oy birliğine karşılık veto yetkisini kullanarak Gazze'de derhal ateşkes kararı alınmasını engelliyor. Son karar taslağına onayı da, ateşkes olmadan insani yardımların artırılması ile sınırlı kaldı. Böyle yaparak sadece müttefiklerinin ve tüm uluslararası toplumun tutumlarıyla çelişmekle kalmadı, aynı zamanda Başkan Joe Biden'ın tekrarladığı sivilleri koruma, insancıl hukuka uyma ve daha fazla yardım hedeflerinden de vazgeçti. Bu pozisyon, angajman kurallarının uygulanmasında taraflı olmakla ve uluslararası insancıl hukuku ihlal edenleri cezadan kurtulmaya teşvik etmekle suçlanmasına olanak tanıyor.
Bütün bunlar İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Knesset oturumunda şunu söylemesine engel olmadı: "Amerikan baskılarına dayanamayanın başbakanlık ofisine yerleşmesine gerek yok.” Netanyahu ayrıca Hamas ile Filistin Otoritesi arasındaki farkın, Hamas’ın İsrail'i derhal ortadan kaldırmak, Otorite’nin ise yavaş yavaş ortadan kaldırmak istemesi olduğunu da ifade etti.
Netanyahu'nun pozisyonları, Gazze savaşını takip edecek aşama ve Gazze’nin yönetimini kimin üstleneceği konusunda Washington ile Tel Aviv arasındaki anlaşmazlık bağlamında ortaya çıkıyor. Netanyahu şu ana kadar Hamas'tan sonra Filistin Yönetimi’nin Gazze’de yönetimi üstlenmesini kabul etmeyi reddediyor. ABD Başkanı Joe Biden, İsrail hükümetinin iki devletli çözümü reddettiğini, Netanyahu'yu "hükümetini değiştirmeye" teşvik ettiğini ve İsrail'in uluslararası desteğini kaybetmeye başladığını söyleyerek var olan anlaşmazlığı açıkça dile getirdi. Bu korkunç savaştan iki buçuk ay sonra, sonuçları hakkında ufukta hiçbir şey görünmeden, binlerce masum kurban ölmeye, AB Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell'in, Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda tanık olduğundan çok daha büyük olarak tanımladığı devasa yıkım devam ederken, olaylar nasıl gelişecek? Bu aşamaya damga vuran özellik tüm tarafların kaybolmuş bir halde olmaları, yani işlerin nasıl ve nereye gittiğini bilmiyorlar ve Washington ile Tel Aviv arasındaki gerilimin tırmanması ve bunun devam eden savaşa yansımalarının olması da muhtemel.
Hamas açısından, 7 Ekim'deki sürpriz operasyonun başarısına rağmen kâr-zarar dengesi, Gazze'nin tamamen yok edildiğini, askeri açıdan tükenmiş olması gerektiğini, binlerce savaşçısını ve destekçisini kaybettiğini ortaya koyuyor. Savaşın bittiği ve siyasetin başladığı gün Hamas kazanan olamayacak ve Gazze'yi yönetmeye devam etmeyecek. Çünkü daha önce 2006’daki savaştan sonra “ilahi bir zafer” elde ettiğini deklare eden Hizbullah gibi zaferini deklare edip, Filistin dışından onu kurtarma ve İsrail’i yok etme söylemini sürdürebilse de, artık reddedilen konumunda.
İsrail açısından zafer olarak kabul edebileceği şeye ulaşmak artık çok uzak değil, hele de Hamas’ın Gazze'deki askeri örgütünü ortadan kaldırabilirse ki bu da pek olası değil. Ancak bu zafer, savaş duvarına gelecekte mevcut savaştan daha vahşi ve şiddetli olabilecek yeni bir savaş tuğlası eklemekten başka bir şey olmayacak. Eğer askeri zafer elde edilirse, bu zafer öncelikle Hamas ve onun gibilerin kökten sökülmesi mümkün olmayan bir hareket, ideoloji ve fikir olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine dayanacak.
İkincisi, bu zafer savaş sonrası için siyasi bir vizyon ile korunmuş olmayacak. Nitekim Netanyahu ile onu çevreleyen sağcı grubun pozisyonları da bunu gösteriyor. Netanyahu, Filistin Otoritesi ile savaş seçeneğinin masada olduğunu söyleyerek, bu görüşlerini dillendirdi. Bu, tedavisi mümkün olmayan hastalıklı bir kusura işaret ediyor ve bu kusur, Filistinlilerin haklarını yutup barış içinde yaşayamayacaklarını, Filistinliler için bağımsız bir devlet olmadan İsrail'in güvenliğinin sağlanamayacağını anlayamıyor ve ikna olamıyor. Başkan Biden ve Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’ın tekrarladıkları şey de bu.
Yukarıdakilerin sonucu, bu krizin gidişatının bir çıkmaz sokak, bir savaşlar ve ateşkesler döngüsü olduğudur. Adil bir siyasi çözüm olmadan ne Hamas'ın manevi zaferi, ne de İsrail'in kanlı askeri zaferi bölgede olumlu sonuçlara yol açacak. İsrail ve Hamas sözlüklerindeki zafer anlamına, Aksa Tufanı operasyonunun ve genel olarak Gazze savaşının bölgesel uzantıları perspektifinden yaklaşılmalı. Bu, operasyondan ve Hamas'ın gerçekleştirdiği eşi benzeri görülmemiş sızma eyleminden sonra çokça dillendirildi.
Operasyonun hassasiyeti ve karmaşıklığı ile ondan önce ve sonra benimsenen arenaların birliği sloganıyla başlayıp, Babu’l Mendeb ve Kızıldeniz’de artan Husi tacizlerine, Güney Lübnan’daki “kontrollü savaşa”, genel olarak Batı'nın, özel olarak da ABD'nin Körfez'den Akdeniz'e kadar uzanan bölgedeki askeri yığınağı ile devam eden bölgesel faktörler küçümsenemez. Batı ve ABD’nin denizlerdeki yığınağının amacının, İsrail'e yardım sağlama meselesinin ötesine geçerek, ilgili tarafların istemeden içine sürüklenebileceği bir bölgesel savaş projesine karşı koymak olduğu aşikar.
Aksa Tufanı, bir yanda ılımlılık diğer yanda İran'ın önderlik ettiği direniş ekseni ile hem radikal hem şiddet yanlısı İsrail radikalizmi arasında gizli bir bölgesel savaşı ateşleyen kıvılcım olabilir. Direniş ekseni ile İsrail aşırıcılığı iki devletli çözümü, dolayısıyla çatışmanın kapsamlı ve köklü bir şekilde çözümünü reddetmekte birleşiyorlar. Bu, beyan edilen hedeflerinin ötesine geçen, ılımlılık ve müreffeh bir gelecek ve iyi yönetim için gayret eden müttefikleri ile bölgedeki ve bölge dışındaki tüm karşıt güçler arasındaki çatışmanın işaretlerinin görüldüğü bir savaş.
İran, çoğu müttefiki ve Müslüman Kardeşler vb. radikal İslamcılar tarafından temsil edilen ideolojik ve radikal güçlerin bakış açısı ile derinden düşünüldüğünde, bölgede arzu edilen büyük uzlaşının anlamı, tüm Filistin'in özgürleştirilmesi ve tamamen geri alınmasından, bölgeye hakim olma projesine kadar sıkı sıkıya tutundukları sloganların yıkılmasından başka bir anlama gelmiyor. Büyük uzlaşı, Tahran ekseninin siyasi içeriğini boşaltacak ve ülke dışındaki tüm örgütleri, kendi yerel çevrelerinde ve bölgedeki destekçileri arasında iddia ettikleri meşruiyetten yoksun bırakacak. İsrailli radikallerin bakış açısına göre ise kapsamlı bir uzlaşı, acı verici tavizler ve temelde reddedilen bir Filistin devletinin kurulması anlamına geliyor.
Büyük uzlaşı, kendisine karşı çıkanların reddetmesi ve ABD'nin hem İsrail'e hem de İran'a maksimum baskı uygulamaktan kaçınması, bir yandan sıcak başkanlık seçimleri diğer yandan Ukrayna savaşı ile meşguliyet sebebiyle kendi içinde zamanın uygun olmadığı bahanesiyle, ilkinin vahşetine ve ikincisinin günlük provokasyonlarına katlanması nedeniyle imkânsız.
Peki, büyük uzlaşıya ulaşılamıyorsa kısmi uzlaşılar ve geçici anlaşmalara ulaşmak mümkün mü? Eğer bu, gelen haberlere göre İsrail’in Hizbullah ile Güney Lübnan'dan Litani Nehri'nin kuzeyine çekilmesi ve 1701 sayılı kararın uygulanması amacıyla bir Fransız birliği ile Lübnan ordusunun kontrol edeceği gözlem merkezleri kurulması için anlaşması gibi bir anlaşma ise iyiye işaret değil. Çünkü bu, Litani'nin kuzeyine çekilerek kendisinden silahını koruma gerekçelerini iptal etmesi, yani intihar etmek ile Lübnan’da bir iç savaş arasında bir seçim yapması istenen Hizbullah ile bir sonraki savaşı ertelemek amacıyla zaman satın almak ve illüzyon satmaktan başka bir şey değil.