Abdulaziz Tantik
TT

Bir cephede olmanın sorumluluğu ve Filistin…

Bir cephede olmak ile özgür bir ortamda var olmanın koşulları farklıdır. Aslında insan olarak varlığımız bir cephe içinde anlamlı hale gelmektedir. Şeytan ve nefsin ayartıcılığı karşısında sürekli müteyakkız halde bulunması gereken insanın kendi cephesinde verdiği gedik, ilahi rıza yolunda kendisini sorumlu kılacak bir zeminin varlığını da işaret eder.

Emirler ve nehiyler müslüman insan için cephede olmanın koşullarını sağlayan ve ona sürekli bir cephede olma şuuru kazandıran özelliklere sahiptir. Kendini özgür hissedip kafasına göre davrandığı zaman şeytanın amansız kollarında yok olmayı engelleyecek bir şey geride kalmaz, ilahi inayet ve rahmet olmazsa…

Mümin kul, sürekli müteyakkız bir şekilde nefsin ayartıcılığına karşı uyanık, şeytanın vesvesesine karşı ise duyarlı olmakla yükümlüdür. Özgürlük bu anlamı ile şeytana ve nefse davetiye çıkarmakta öte bir anlam taşımaz! Müminin özgürlüğü ise şeytanın ve nefsin istek ve arzularına hayır demekle başlar…

Özgürlük, insanın inandığını yaşama konusunda mevcut şartları aşma gücü ve iradesini ortaya koyma konusundaki kararlılığıdır. Bu inancın ise sahih ve samimi oluşu şarttır. Her inancın kendine özgü bir özgürlük tanımı mümkün tabi… Ama hakikat bağlamında özgürlük ise özün ki lübb olarak betimlenen insan özünün gürleştirilmesidir. İlahi nefhanın insanda kendini tanıması, kendini bilmesi, kendine inanması ve kendini gerçekleştirme arayışı özgürlüğü betimler…

Mesele, insanın kendi özgürlüğü bağlamında sahip olma tutkusuna sahip olduğu bazı eğlencelerden, tutkulardan, isteklerden arınık bir şekilde varlığını konumlandırması ve cephenin temel özelliği olan duyarlılığı inşa ederek anlamın kendi varlığı için kaçınılmazlığını ortaya koymasıdır. Rahat, kendine düşkün, sevdiklerine her türlü güzelliği yapma arzusu eğer anlama yönelik bir tehdit içeriyorsa onlardan vazgeçebilmeyi içermelidir özgürlük idraki…

Sahip olduklarının seni sen kılmadığı gibi önünde en büyük engele dönüşmesini de önleme konusunda zaaf taşırsan, ayağın kayar ve cehennem senin için kaçınılmaz bir yurda dönüşür.  Bu yüzden sahip olduklarına güvenmeden önce Allah’a güvenmeyi öğrenmen, o sahip olduklarının da sahibi olan ve sana onları veren Allah’ın sana yüklediği sorumluluğu yerine getirmen birincil görevindir. Bu görevin sana kazandıracağı sorumluluk ile düşmanını; nefs, şeytan ve insan şeytanları yenebilecek bir güce erişmek için ilahi rızayı ve inayeti davet eden özün gürleştirilmesini ve tam bir teslimiyet ile imanını/güvenini inşa ederek Allah’ın taraftarı olman esasa taalluk eder.

Cesaret ve korku, eğlence ve zevk gibi temel kavramların maddi boyutları üzerine düşünmek önemlidir.  Fakat bu kavramların salt maddi boyutları ile sınırlı olmadığını daha büyük bir cesaretin ve korkunun ilahi rahmete yönelik olması gerektiğini, eğlence ve zevkin ayartıcı maddi boyutu karşısında zevkin ilahi rızaya yönelik ibadette tezahür ettiğini anlama çabası insan açısından daha değerli ve kurtuluşa medar olmayı sağlar.

Filistin meselesi, Müslümanları bir cephe ile karşı karşıya bıraktı. Bu cephede kendisine yer bulamayan birinin Müslümanlık iddiası kanıtlanmayı bekleyen bir iddia olarak ortada kalacaktır. İmanın mücessem biçimi olarak varlık kazanan Filistin insanları ve toprağı, bu toprakların dışında kalan Müslümanlarında bu cephede yer almayı zorunlu kılmaktadır. Bir tek haksız yere öldürülen insanın tüm insanlığı öldürmekle eş değer görülen bir dinin müntesibi açısından orada öldürülen binlerce çocuk ve kadının haksız yere öldürülmesini makul ve mazur kılacak hiçbir sebep bulunamaz! Filistin cephesinde kendisini hissetmeyen kişinin imanında bir sorun bulunduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu din/İslam hem müminleri kardeş ilan edecek ve hem de sizin kardeşleriniz haksız yere öldürülürken siz seyirci kalarak mümin kalacağını düşüneceksiniz… Bu aynı zamanda düşünme melekesini de kaybettiğiniz anlamına gelecektir.

Filistin’de öldürülen her çocuk ve kadın aynı zamanda bizim çocuğumuz ve kadınımız olarak kabul edilerek bu cephedeki yerimizi almalıyız. Filistin’de öldürülen her fert, bizim ferdimiz olarak kayıtlara geçmelidir, aynı acıyı, aynı öfkeyi ve aynı karşılık verme duygusunu taşımalıyız ki Müslümanlığımız teyit altına alınsın…

Filistin’de insanlar, su bulamazken, aç kalırken, yiyecek ot bulmada zorluk çekerken, deniz suyu içerek susuzluğunu gidermeye çalışırken, üzerlerine bomba yağarken, cesetleri, moloz yığınları altında kalırken sen burada kendi evinde hiçbir şey olmuyormuş gibi yiyip, içerek, gezip tozarak hayatını sürdürüyorsan, bu din sana hiçbir şey öğretmemiş demektir.

İşte bu noktada yeryüzünün bütün tağutlarını geride bırakarak mazlum Filistin halkına yönelik bu saldırıları kendine yönelik yapılmış gibi kabul ederek davranmayı asıl kılmalıyız. Kurumsallaşmış kötülük ile mücadele etmeden bu cephede var olmanın bir karşılığını inşa edemeyiz! Kendi kötülüğümüzle baş ederek kurumsallaşmış kötülükle mücadele konusunda bir tecrübe sahibi olabiliriz. Bu tecrübe ile kurumsallaşmış kötülükle savaşarak onu yok etmenin imkânlarını yeniden inşa edebiliriz. Korkmadan, cesaretle ve ölümü öldürerek, yaşamın asli sorumluluğunun ölmek olduğunu idrak ederek yürümeye başladığımız zaman Şair’in dediği gibi ayaklarımıza Kudüs gücü verilecektir.

Bir cephede olmak, o cephenin ekonomik, siyasi ve sosyal ilkelerine de uymayı zorunlu kılar. Bu cephenin sorumluluğu ile iman ettiğimiz sorumluluk arasında bir fark yoktur. Filistinlileri kendi başlarına bırakan her yaklaşım, müslüman olma yükümlülüğümüzü sorunlu hale getirmekten öte bir işe yaramayacaktır.

Orada savaşmak asli sorumluluktur. Ama savaşa gidemiyorsak, oraya her türlü iktisadi yardımı sağlamakla yükümlüyüz… Ayrıca savaşa gidebilecek ortamın oluşmasını sağlama konusunda da siyasi adımların atılmasına yönelik bir çabanın ve gayretin ortaya konması da elzemdir. İktidarlarımızın bu konuda yapabileceklerini denetlemek, yol göstermek ve nelerin yapılması gerektiğini ilzam ederek onları bu konuda taraf olmaya yöneltmekte bu savaşın bir parçasıdır. Pısırık, tembel, korku dolu gözlerle pusmak mümin kula yakışmaz, yaraşmaz da…

Ülkeler arasındaki sınırlar geçici ve arızi sınırlardır. Müslümanların bulunduğu her yer bütün Müslümanların ortak toprağıdır. Bu bakış ümmet olma şuurunu besleyecek şuurdur. Ümmet olmadan bir toplu kurtuluş savaşı verilmesi ise kocaman bir yalandır. Tam iki yüz yıllık bir yalan… O yüzden ümmet bilinci ve bu bilincin siyasal bilinci beslemesi kaçınılmaz olmalıdır. Ulus devlet hikâyesi Müslümanların başına bela olarak verilmiş en büyük musibettir. Bu yüzden on milyonluk İsrail, bir buçuk milyarlık müslüman nüfusa rağmen Filistinlileri katletmeye devam ediyor ve müslüman ülkelere meydan okuyarak onları tehdit ediyor.

Dünya sistemi desen, zaten Yahudi varlığını korumaya yönelik olarak geliştirilmiş bir sistemdir. O zaman Müslümanlar ayaklanarak, kendi birliklerini kurmak ve bu adaletsiz dünya sistemini devre dışı tutmayı başarmak zorundadır. Müslüman ülkeler birlikte hareket ettiklerinde yenemeyecekleri güç yoktur. ABD ve Avrupa ülkeleri kendi birliklerini korumaya devam ettikleri oranda dünya sisteminin patronları olarak gürlemektedirler. Ama kendi dışındaki müslüman ırkları yok ederek, sömürerek ve kafalarına göre cezalandırarak yok etmeye devam etmektedirler. İşte Irak, Suriye, Libya, Sudan, Yemen ve benzeri ülkelerdeki iç kargaşa bugün İsrail terör örgütünün elini kolaylaştırmakta ve istediği gibi naralar atmaktadır. Sivil canları yok ederken, özellikle neslin yok edilmesine yönelik savaş suçu işlemesi ise başlı başına ele alınması gereken ve çok sert tepkilerin ve karşılıkların verilmesini şart koşmaktadır.

Ama maalesef, yüz yıldır Müslümanları Müslümanlıklarından uzaklaştırarak bu durumu inşa eden şeytani güçlerin emeli gerçekleştiği için bugün bir tepki verilememektedir. Yapılması gereken ilk adım; müslüman olmanın neye tekabül ettiği konusunu son Gazze direnişi üzerinden yeniden ele almak ve müslüman olmayı yeniden başarmaktır.

Yeniden iman eden Müslümanların kendilerine ait bir cephenin varlığını idrak etmeleri daha kolaydır. Bu cephenin gerektirdiği siyasi, sosyal ve ekonomik koşulları yeniden düşünmek şart olacaktır. İşte bu şartları yerine getiren müslüman ümmet olma şuurunu besleyerek nerede olursa olsun, bir Müslüman’a yapılan zulme sonuna kadar karşı çıkacak ve elinden ne geliyorsa ardına koymadan bunu yapmaya başlayacaktır. İşte o zaman ilahi inayet devreye girecek ve Müslümanların kendi iktidarları söz konusu edilebilinecektir.

Ey müslüman! Bak etrafına… Ölen insanlar senin kardeşlerin… Onların ölümüne seyirci kaldığın sürece bu ölümden payına düşeni alacaksın… Sana düşen sorumluluk, dünyevi kaygıları uhrevi kaygılar ile değiştirmek ve mümin olarak hayatına devam etme kararlılığını ortaya koymaktır. İşte bu kararlılık seni mümin kılacağı gibi bir cephede neler yapılması gerektiğini de sana öğretecektir. Korkma, Allah seninle birliktedir. Her Filistinli bu sözü her zeminde dile getirmektedir. Sende korkmadan bu sözü tekrar et: Allah bizimle beraber… De ve kurtuluşun için gereken eylemleri ortaya koymaya başla…