Kavramlar birer kapı olarak değerlendirilebilir. Bizim tasavvur dünyamıza aralanan birer kapı… Aslında tasavvurumuzu doğrudan doğruya kelimelerle inşa ettiğimizi söylemek bile mümkün. Heidegger “Dil varlığın evidir.” derken dilin tasavvurdan da öte, varoluşun çerçevesini çizdiğine işaret eder.
Dil Müslümanlar için de çok önemli bir husus olmalıdır ki üzerinde önemle durulan başat ilimlerden biri olmuştur. Fakat Müslümanların hakikat anlayışında dil önemli olmasına rağmen onu önceleyen bir varlık söz konusudur. Yani lisan-dil, Müslümanlar için hakikat seviyelerinden sadece biridir. Müslümanların alem, insan ve yaratıcı tasavvurlarını düzenleyen Kur’an, bu düzenlemeyi başka bir şeyle değil kelimeler ve kavramlarla gerçekleştirmiştir. Kur’an, Arapça nazil oldu yani ilahi kelam lafız olarak o dönemde konuşulan dilde vahyedildi. İnsanların dünya ve ahiret tasavvurlarını yine aynı dili kullanarak değiştirdi. Peki bunu nasıl sağladı? Kavramları tamamen değiştirmese de çerçevelerini belirginleştirerek, anlamlardan bazılarını ön plana çıkararak ve böylece yeni bir kavramsal çerçeve oluşturarak. Öne çıkan kavramlardan bazıları; tevhit, ahiret, kıyamet, ihlas, ameli salih, emri bil maruf, nehyi anil münker, adalet vs. idi. Emanet de İslami dünya tasavvurunda merkezdeki kavramlardan biridir. İnsanın yaratılışına, bu dünyadaki yerine ilişkin varoluşsal sorulara cevap teşkil eden bir kavramdır, emanet.[1]
Hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik bir gayret gösterenlerin üzerinde önemle durmaları gereken en önemli şeylerden birisi kavramlardır. Kavramlar doğru anlaşılmadığında onlara dayanarak inşa edilen düşünceler de doğru oluşmayacaktır. Olması gereken şekliyle öğrenilen bir kavram istenilen düşüncenin ve hükmün oluşmasını sağlar. Ancak kavramın içi boşaltılmış veya kavrama istenilen mana yüklenilmemişse istenilen netice oluşmayacak. Oluşan neticeyi de o kavrama yüklemek en hafifinden kavrama zulmetmek olur. İfade edilenleri “nas” kavramı üzerinden örnekleyerek izah edelim.
“Nas”, İslâmi ilimlerde yaygın olarak iki anlamda terimleşmiştir. Bunlardan ilk akla geleni genel kullanımıdır ki Allah’ın ve Hz. Peygamber’in sözünü ifade eder. İkincisi fıkıh usulünde açıklık bakımından yapılan lafız ayırımında kullanılan anlamıdır.[2] İşin ehli tarafından malumdur ki İslâm ilimlerinde “nas” denilince genellikle Kur’an ve Sünnet’in lafızları kastedilir. Bu anlamıyla nas, vahyin metinsel verisi olduğundan teşriin ve dinî bilginin temelini oluşturur; karşıtı genel olarak “içtihad”dır. Yani bir konuda “nas” varsa ve delalet ettiği hüküm açıksa hüküm ona göre verilir içtihada gerek yoktur. Yani bir konuda nas vardır deniliyorsa artık herkes nassın ifade ettiği hükme göre hareket etmekle yükümlüdür. Ancak bir konuda nas var ve biz nassa göre hareket etmek mecburiyetindeyiz dediğiniz halde, nassın gerekleri sizin hesaplarınıza veya reel politiklerinize uymuyor diye onu rafa kaldırırsanız artık nas kavramının anlam alanı iptal edilmiş veya boşaltılmış demektir. Zira nas varsa ona uymak şarttır ve kesindir. Ama işinize gelmeyince onu rafa kaldırmak nas kavramının anlam alanını boşaltmaktır. Zira nas kavramının anlam alanında “kesinlikle itaat edilmesi ve dikkate alınması gereken söz” oluşu vardır.
Nas gibi tevhid, adalet, emanet, ehliyet, ibadet, itaat gibi pek çok kavram doğru anlaşılmadığı için bunlarla ilgili boyutlar doğru bir şekilde anlamlandırılmamaktadır. Bu sebeple tevhid ehli olduğunu iddia ederken şirke kapı aralayanlar, adaletle hareket ettiğini zannederken zulmedenler, kendilerini emin ilan edip emanetlere ihanet edenleri çokça görmek mümkün olmaktadır.
Unutmamak gerekir ki kavramlar, anlama ve anlamlandırmaya açılan kapılardır. Doğru yere girebilmek ve ulaşabilmek için doğru kapıdan girmek gerekir. Aksi halde cennetin kapılarının bize açılmasını beklerken bir de bakmışız ki cehennemin kapıları ardına kadar açılmış bizi beklemektedir…
[1] Nazife Şişman, Emanetten Mülke, (İstanbul: İz Yayıncılık, 2016), 9-10.
[2] H. Yunus Apaydın, “Nas”, TDV İslâm Ansiklopedisi, (İstanbul: TDV Yayınları, 2006),32/391