Suriye meselesinin eşi benzeri görülmemiş bir kötüleşme yaşadığı konusunda takipçiler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yok. Konuyla ilgili gözlemcilerin sıklıkla üzerinde mutabakata vardığı bir değerlendirme var; bu değerlendirme özetle, kötüleşmenin hızla arttığı ve hızlanmasının Suriye'deki durumun karmaşıklığını artırdığı yönündedir. Bu nedenle de çatışma uzuyor, çözüm zorlukları artıyor ve derinleşiyor, sonuçları sadece Suriye ve Suriyeliler için değil, bölgesel çevre ve uluslararası toplum açısından da maddi ve insani düzeyde daha maliyetli hale geliyor. Suriye'deki çatışmalar ve Suriye için yaşanan çatışmalar da bunu teyit ediyor.
Suriye çatışmasının hem içeride hem de dışarıda artan maliyetinin ifadeleri, büyüyen ve artan dört olguda net ve pekişmiş görünüyor. Birincisi, Suriye gerçekliğinin ülke genelinde ve günlük hayatın detayları da dahil olmak üzere her boyut ve düzeyde kötüleşmesi ve günlük hayatın neredeyse cehenneme dönüşmesi olgusudur. İkinci olgu, nüfusun yarıdan fazlasının ölüm ve savaştan kaçmak için ülkelerini terk etmesine rağmen göç ve sığınmaların devam etmesi, savaşın bazı bölgelerde sürmesi ve etkilerinin artması nedeniyle geri kalanların çoğunun da ayrılmayı arzu etmeleridir. Üçüncü olgu, terörün büyümesi, katılımcı sayısının artması ve daha önce listede olmayan yeni mezhepsel ve etnik dini grupların da bu listeye dahil olmasıdır. Keza Suriye'deki çatışmada oynadıkları rol nedeniyle “devlet terörü” olgusuna dahil olan ülke sayısı da yükseldi. Dördüncü olgu, Suriye'deki çatışma mağdurlarının, göç ettikleri ve sığındıkları ülkelerdeki ihtiyaçlarının karşılanması için daha fazla uluslararası insani yardıma olan ihtiyacın artmasıdır.
Suriye gerçekliğinin giderek kötüleştiği bir ortamda, bu gerçeklikle ilgili sorulan ilk sorular onu bu yöne iten nedenler hakkında oluyor. Bunlar bir yandan iç, diğer yandan dış nedenler olarak ikiye ayrılıyorlar ve varlıkları ile ortak etkileşimleri, bugün Suriye'de ve Suriyelilerin hayatında derinlere kök salmış bulunuyor ve onları belirsiz bir geleceğe taşıyor.
Suriye'deki durumun kötüleşmesinin ve daha da kötüleşmeye yönelmesinin ilk nedeni, Suriyelilerin ülkelerinin gerçekliğini ve geleceğini ele alma konusundaki zayıflığı ve gevşek tutumu gibi görünüyor. Bu tutumun göstergeleri, zayıflığın, tereddüdün ve kafa karışıklığının gölgesinde kalan Suriyeli elitlerin gerçekliğinde ve rolünde açıkça görülüyor. Devrimin başlangıcında oynamaya başladıkları siyasi ve insani yardım rolleri azaldı ve artık kamusal meselelerde somut bir rolleri ya da ortak çabaları kalmadı. Aksine, aktörlerinin asıl kaygısı, en iyi ihtimalle mevcut gerçeklikten kaçmak ve mevcut sorunları bir şekilde çözmek için projelere ve kişisel, ailevi çabalara odaklanmak oldu.
Siyasi elitlerin mevcut gerçekliği ve genel olarak deneyimleri olumsuz bir gerçeği ifade ediyor. Tüm bölgelerde, rejime ve muhalefete bağlı tüm siyasi oluşumlarda, aralarında ve dışında ittifak kuran taraflarda, Suriye yaşamının yönetilmesinden sorumlu güç rolünü yerine getiremediklerini gösteriyor. Bugün hiçbiri Suriye'deki kötüleşmeyi belli sınırlar içinde durdurmaya yönelik bağımsız ve yaratıcı bir çaba gösterme becerisine sahip değiller.
Kötüleşmenin ikinci nedeni ise Suriye oluşumunun bölünmüş olması ve 3 fiili otoriteye dönüşmesidir. Birincisi, rejim tarafından idare edilen, esas olarak kıyı bölgesi ile kuzeyde Halep'ten güneyde Dera'ya kadar olan orta hattı kapsayan bölgede varlık gösteriyor. Rusya, İran ve ona bağlı Lübnan Hizbullah'ı ve Haşdi Şabi fraksiyonları başta olmak üzere milislerin koruması altında bulunuyor. İkinci otorite, PKK’nin direktiflerine bağlı Kürt Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) birincil kontrol gücü olduğu kuzeydoğu Suriye'deki Özerk Yönetim bölgesidir. ABD'nin koruması ve desteği altında onunla birlikte Suriye Demokratik Konseyi ile Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) oluşturan marjinal siyasi ve bölge sakinlerinin oluşturduğu gruplar tarafından destekleniyor. Üçüncüsü ise üç bölüme ayrılan Türk kontrol alanı tarafından temsil ediliyor. Birinci bölüm, son yıllarda SDG’ye yönelik devam eden askeri operasyonlar sırasında bölgeye giren Türk güçlerinin bulunduğu, doğrudan Türkiye’nin kontrolünde olan bölüm. İkinci bölüm Halep kırsalı ile İdlib arasında uzanan, Ulusal Konseyi’ne bağlı Suriye Geçici Hükümeti tarafından yönetilen ve Suriye Milli Ordusu’na bağlı silahlı grupların yer aldığı bölgedir. Üçüncü bölüm ise Heyet Tahrir eş-Şam'a (eski adıyla el-Nusra Cephesi’ne) bağlı Kurtuluş Hükümeti tarafından yönetiliyor ve Heyet Tahrir eş-Şam’ın milisleri ve kurumları orada konuşlanmış durumda.
Fiili otoriteler, kontrol alanlarını keyfi bir şekilde, aralarında en ufak bir koordinasyon ve istişare olmaksızın, aksine üçü arasındaki karşılıklı düşmanlık gölgesinde, çelişkili politikalar ve yasalar karışımına dayanarak yönetiyorlar. Bir yanda Esed rejiminin politika ve yasalarının, diğer yanda birinci kısmını Heyet Tahrir eş-Şam’ın temsil ettiği el-Kaide radikalizmine varan cihatçı İslami köktendinciliği, ikinci kısmı milisleriyle PKK ideolojisini, demokratik halklar ve özyönetim teorisini temel alan referanslarla ortaya konulmuş yasa ve politikaların oluşturduğu bir karışım bulunuyor. Bütün bunlar, bugün fiili otoritelerin kontrolü altındaki Suriyelilerin hayatlarında çelişki noktasına varan ve gelecekte her birinde ikamet edenleri diğerlerinden farklı kılacak olan farklılıkların ayrılıkların pekişmesine yol açıyor.
Bu ikinci kısım, Suriye'deki durumun kötüleşmeyi sürdürmesi, dış bölgesel ve uluslararası etkiler nedeniyle dibe çökmesiyle bağlantılı ki bu da onu üçüncü bir neden haline getiriyor. Üçüncü neden iki şeye damga vurdu ve bunlardan ilki, keskin bir dış bölünmeydi. Birinci grup rejimin yanında yer alıp, rejimin yanında doğrudan savaşmak ve onu savunmak kertesine varan siyasi, ekonomik ve askeri/güvenlik desteğin olağan sınırlarının ötesine geçen bir destek ve yardım sundu. Buna karşılık uluslararası ve bölgesel çoğunluğun Suriye halkını destekleme ve onunla dayanışma konusundaki pozisyonu kırılgan ve belirsizdi. Bu pozisyon ve yapılan müdahaleler çoğu zaman suçlara sessiz kalınması ve suçların başkalarına atılması, hatta suç işleyen rejim yetkililerine ciddi ve etkili cezalar verilmesinin ihmal edilmesi ile olumsuz ve vahim sonuçlara yol açtı. Büyük lider ülkelerin Suriye'deki pozisyonlarının belki de en kötü yansımaları, Arap ve bölgesel çevreyi geri çekilmeye ve Suriye davasının daha etkin savunulması konusundaki tutumlarını değiştirmeye sevk etmesiydi, zira bu, Suriye'deki durumun hızla kötüleşme sürecini destekledi.
Kuşkusuz Suriye'deki kötüleşmenin dördüncü sebebini oluşturan bir dış neden daha var ve bu hepsinden daha önemli. O da Suriye meselesinin uluslararası ilginin dışına itilmesi ve uzak bir rafa yerleştirilmesi. Bu durum Suriye'de çözüm fırsatlarının kaybolmasına ve çözümün gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayale dönüşmesine yol açmakla kalmadı, aynı zamanda Suriye meselesine müdahil olanların, yaptıklarıyla ve işledikleri suçlarla ilgilenilmediği hissine kapılmalarına da yol açtı. Bu nedenle giderek daha acımasız hale geliyorlar ve Suriye'deki yıkım ile Suriyelilerin acısı, derin bir yokuştan aşağı yuvarlanan bir kartopu gibi büyüyor.
Hiç şüphe yok ki, başta Araplar olmak üzere bölgesel ve uluslararası kesimler arasında Suriye çözümünü destekleyenlerin bu konuda objektif bir duruş sergilemelerine, devam edecek olan diğer küresel kriz ve gelişmelerden uzak bir şekilde kendisini yeniden değerlendirmelerine acil ihtiyaç var. Bu kriz ve gelişmelerden bazılarına diğerlerinin pahasına öncelik vermek doğru olmaz, çünkü dünya halkları ve hükümetleri üzerindeki yıkıcı etkiler açısından insanların çektiği tüm acıların sonuçları eşittir. Bu, uzun süren, feci sonuçlar doğuran, devam etmesi halinde hem Suriyeliler hem de dünya halkları için daha büyük felaketler doğuracak olan Suriye'deki durumun yanı sıra süresi için de geçerli bir özdür.