Müslümanların buhran dönemlerinde mehdi meselesi gündeme gelmektedir. Bazı kesimler meseleyi karikatürize edip alaycı bir üslupla ele almaktadır. Modern dönemin dinî anlayışları bu ve benzeri konuları temelden inkâr etmeyi tercih etmektedir. Kimileri de bu meseleyi hayatın merkezine alarak bir din anlayışı inşa etmekte ve dünyevî konumunu tahkim etme gayreti içerisine girmekte yani kendi menfaati için konuyu istismar etmektedir.
Mehdî ile ilgili rivayetler, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i başta olmak üzere Kütüb-i Sitte diye bilinen hadis kaynaklarından Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce’de ve diğer hadis kitaplarında yer almaktadır. Buhârî ve Müslim gibi titiz davranan hadis âlimleri mehdî kelimesinin geçtiği rivayetlere yer vermediler, ancak Hz. İsa’nın nüzulu bağlamında konunun dolaylı zikredildiği bazı rivayetler vardır.[1] Detaylandırmadan rivayetlerin içeriğini söylemek gerekirse; mehdî, zulüm ve adaletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelecek, Hz. Îsâ nüzul ettikten sonra İslâm toplumuna hâkim olacak, adaleti tesis edecek, namazda imâmet görevini yerine getirecek, daha sonra liderliği Hz. Îsâ’ya teklif edecek, deccâlin öldürülmesinde ona yardım edecektir.
Yahudilerde beklenen mehdi değil beklenen Mesih inancı vardır. Yahudiler, çile dolu yaşantılarını ancak Hz. Davut soyundan birinin gelip düzelteceğine inanmıştır. Yahudilere göre Mesih yalnızca İsrailoğullarını kurtaracaktır. Bu düşünceden dolayı Yahudilikteki kurtarıcı inancı ırk temelli ve dar kapsamlıdır.
Semavî dinlerin dışında da insanlığın maddî ve mânevî sıkıntılarını sona erdirecek, içtimaî ve dinî hayatı ideal olgunluğa ulaştıracak bir otoritenin geleceği inanışı vardır. Vahye dayalı bilgiden mahrum olmaları, zamanla meselenin efsanevi bir mahiyet kazanmasına neden olmuştur.
Şîa’da mehdilik düşüncesi oldukça güçlüdür. Hz. Peygamber ailesinden dinî alanda ıslahat yapacak ve dünyada ehl-i beyt lehine yeni bir düzen tesis edecek mehdînin gelmesini beklerler ve aslî inançlarından biridir. Mezhep temelli ve dar kapsamlıdır. Bütün Şiî fırkaları, mehdî kabul edilen şahsın geçici bir süre gözden kaybolmanın ardından toplum içine dönerek işlevini yürüteceğine inanagelmişlerdir.
İslâm sünnî düşünce hayatında hadis rivayetlerine dayalı olarak mehdi tasavvuru vardır, ancak mehdilik bir inanç meselesi değildir. Rivayetlerin sened bakımından bazı problemler içermesi itikadî bir zemin oluşmasına mani olmuştur.
İbn Haldûn, meşhur Mukaddime’sinde mehdilik konusunu detaylı ele almış, rivayetlerin sened ve metin açısından analizini yapmış, çok azı müstesna rivayetlerin güven vermediğini belirtmiştir.[2] Varılan bu sonuç, az da olsa bazı rivayetlerin sahih olduğuna inandığını göstermektedir. Hadis kritiğinden sonra yaptığı bazı sosyolojik yorumlar mehdinin zuhurunu tamamen inkâr etmediğine delalet etmektedir, zira “Mehdî ancak asabiyet ve şevketin bulunduğu bir yerde zuhur edebilir ve daveti başarıya ulaşabilir.” şeklinde bir cümlesi vardır.
Mehdi konusu aklî bir konu değil rivayete dayalı gaybî bir meseledir, dolayısıyla Hz. Peygamber’den gelecek sahih bir haber, onlarca nazarî bilgiden daha güçlüdür. Bu konu kıyametin büyük alametlerinden biri olarak zikredilmiştir. “Gaybı ancak Allah bilir ve Gaybını, razı olduğu elçiden başkasına bildirmez”.[3] Peygamberler, vahiy yoluyla gaybî bilgiye mazhar kılınmış kişilerdir. Yani, onlar kendiliklerinden gaybı bilmezler. Ancak kendilerine bildirileni bilirler.
Hadis kriterleri bakımından “ mehdi ile ilgili rivayetlerin tamamını uydurmadır” demek isabetli değildir. Uydurma ve zayıf rivayetler olmakla birlikte sahih kabul edilebilecek hadisler de vardır. Bu rivayetler günlük hayatta doğrudan karşılığı olan ibadet ve muamelat gibi konuları içermediğinden dolayı titiz bir nakil zincirini zaruri kılmamaktadır.
“Mehdî el-Muntazar/beklenen mehdi”, sünnî düşüncede yoktur. İmâmiyye Şîası’nca halen gaybet halinde olduğuna, gelecekte mehdî olarak ortaya çıkıp dünyada yeni bir düzen kuracağına inanılan on ikinci imamdır. Bu tabir, Şia kelâmcılarının sonradan icat ettiği bir inanıştır.
Tarihte pek çok sahte mehdi ortaya çıkmıştır. Belki de her dönemde olmuştur. Gerçeği olan her şeyin sahtesi de olabilir. Sahte peygamberler de ortaya çıkmıştır. Günümüzde pek çok sahte din vardır. Her nitelikli bilgi aynı zamanda bir imtihan konusudur. Bilginin kötüye kullanılmasına din cevaz vermez, ancak yine de bu vebali yüklenen kişiler olmuştur. Buhran ve sıkıntıların arttığı dönemlerde kendilerini mehdî olarak tanıtan kişiler ortaya çıkmış, bazıları da çevresindeki insanlar tarafından mehdî ilân edilmiştir, ancak bunlar istisnai hadiselerdir ve dar çerçevede meydana gelmiştir. Şeyhlerine veya cemaat liderine duydukları aşırı sevgiden dolayı onların Mehdi olduklarını iddia eden kişiler de olmuştur. Genellikle bilgisizlikten ve aşırı sevgiden kaynaklanan bu gibi iddiaların asılsız olduğu zamanla ortaya çıkmıştır. Konuya ilişkin saçma inanış ve tavırların olması, sahte mehdilerin çıkmış olması meselenin aslını inkâr etmeyi gerektirmez.
Meselenin bir aslının olması başka, onun düzgün anlaşılıp anlaşılmadığı başka bir meseledir. İslam toplumu herhangi bir buhranla karşı karşıya kaldığında yapılması gereken, mehdi beklentisi içerisine girmek değil, meseleyle yüzleşip, karşı karşıya kalınan buhranı aşma yol ve yöntemlerini ortaya koyabilmek ve bunları kararlıkla ve samimiyetle uygulamaktır. “Ey İman edenler, eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, sizi güçlü, sabırlı ve dirençli kılar.”[4] ayetini rehber edinmektir. Zulüm karşısında hakkı söylemek, farklı farklı yöntemlerle direniş ortaya koymaktır. “Şüphesiz ki Kur'ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir”[5] ayeti ışığında çözüm yolları üretmektir. İslam tarihi incelendiği zaman bu ve benzeri yöntemlerin uygulanmış olduğu görülecektir. İslam toplumu bin yıldan fazla bir süre güç, kudret ve medeniyet bakımından üstün bir konumda olmuştur ve mehdi ile rivayetler hadis kitaplarında mevcuttu. Bu rivayetler ümmeti tembelliğe sevk etmemiştir.
Sosyal olaylar tekdüze bir seyir içinde ilerlemez. Temel gerçek ise hiçbir Müslüman topluluk karşılaştıkları sorunları mehdi bekleyerek çözme yoluna gitmemiştir. Ancak şunu da bilmişlerdir ki Hz. Peygamber bir şeyi haber verdiyse o muhakkak gerçekleşecektir. Gaybî bir konu olduğu için keyfiyetini zamana bırakmışlardır. Samimi bir mümin, salih bir kul olmayı, sorumlulukları yerine getirmeyi yeterli görmüşlerdir.
Hz. Peygamber’den bize ulaşan mehdi ve benzeri rivayetler, Yüce Allah’ın mutlak gücünü bizlere hatırlatmaktadır. “Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) Allah’tan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.”[6] Bu düşünce yapısı, Mümini tembelliğe değil kararlı ve sağlam bir duruşa sevk etmektedir. Her an yeni bir tasarrufta bulunan Allah’ın ne zaman ve nerede hangi ihsanda bulunup bulunmayacağına karar verme yetkisi beşere verilmemiştir.
[1] Buhari: Enbiya 49; Müslim: İman, 244.
[2] İbn Haldun, Mukaddime, I, 768.
[3] Cin, 72/26-27
[4] Muhammed 47/7.
[5] İsrâ 17/9.
[6] Rahmân 55/29.