Arap komutan, düşmana göndereceği şeyin boyutunu anlatmak isterken ona şöyle derdi:
“Sana, başı senin yanında, sonu benim yanımda olacak bir ordu göndereceğim!”
Arap komutanın mevzisinin nerede olduğunu, düşmanın mevzisinin nerede olduğunu elbette bilmiyoruz. Bilseydik bu şekilde betimlenen bir ordunun büyüklüğünü hayal edebilirdik. Ancak şunu biliyoruz ki, söylenen sözün şekli düşmanın önünde ne kadar büyük bir güç bulacağına işaret ediyor.
Özellikle bölgede hareket edip daha sonra bütün masum ayaklarıyla ciddi bir şekilde konuşarak kendisinin kimseyi veya hiçbir örgütü hareket ettirmediğini, hareket eden örgütlerin sadece kendilerinin hareket ettiğini ve kendi akıllarıyla karar aldıklarını söyleyen İran ve milisleri ile ilgili etrafımızda olup biten olayların gerçekliğini inceleyecek olursak, sözün söylendiği dönem ile yaşadığımız dönem arasında durumun çok da farklı olmadığını göreceğiz.
Bölgenin dört bir yanında İran’a bağlı örgütlerden birinin yaptığı bir saldırı karşısında Tahran’daki Dini Lider Ali Hamaney’in hükümetinin her zaman buna sığındığını görüyoruz. Halbuki, bu grupların yaptıkları şeyleri kafalarından yaptığı iddiası ne akla ne de mantığa sığar. Hamaney hükümeti kendisine bağlı örgütlerin her hareketinde bunu söyleyip birinin ona inandığını düşünüyorsa çok yanılır. Zira başkaları ile alay ettiğini düşünürken aslında kendisi alay konusu oluyor.
Bu konuda söylenebilecek en doğru şeyi ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns’ün söylediğini söyleyebiliriz. Burns, aylık yayınlanan ünlü ABD dergisi Foreign Affairs’de yakın zamanda yazdığı bir yazısında İran’ın bölgede son vekiline kadar savaşmak istediğini söyledi!
İran’ın şu ana kadar bölgedeki davranışını anlatabilecek en doğru ifade bu. Bunun doğruluğunu kanıtlamak için hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Bu konuda sadece ABD’nin, Suriye-Ürdün sınırındaki ABD güçlerinin bulunduğu El-Burc 22 Üssü’nün hedef alınmasına tepki olarak Batı Irak ve Doğu Suriye’de 85 hedefe gerçekleştirdiği saldırıların kurbanlarına ya da ABD ve İngiliz güçlerinin Husilerin Yemen’deki mevzilerine yönelttikleri ve halen yöneltmeye devam ettikleri saldırılara bakmak yeterli olacaktır.
Her iki durumda da İran’ın bölgesel vekiller üzerinden savaştığını, Batı Irak ve Doğu Suriye’deki saldırılarda veya Yemen’deki Husilere yönelik saldırılarda tek bir İranlının bile kurban olmadığını göreceksiniz. Kurbanlar ya ilk örnekte Iraklılar, ikinci örnekte Yemenliler ya da üyeleri arasında yedi kurbanın düştüğü Fatimiyyun milisleri örneğinde Afganlardı.
Elbette tüm bunların istisnaları da var; Kasım Süleymani’nin 2020’de dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle Bağdat Havalimanı civarında öldürülmesi ya da İsrail’in Suriye topraklarına düzenlediği hava saldırılarında bir veya iki İranlı komutanın veya daha fazlasının ölmesi. Bunun dışında, saldırıların kurbanlarını kaydeden İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) liderlerinin de kabul ettiği gibi, kurbanlar Irak’taki Araplar, Yemen’deki Araplar, diğer Arap ülkelerinden Araplar ve hatta Afganlardan oldu.
Burada yalnızca, Haşdi Şabi örgütünün kurbanlarının cenaze sahnesine dikkat çekmek istiyorum. ABD’nin 85 hedefi vurmasının ardından ölen yaklaşık 17 kurban vardı. Bunların hepsi Iraklıydı. Aralarında tek bir İranlı bile yoktu. Ateşin düştüğü yer sadece Iraklıların eviydi!
ABD ve İngiltere’nin Husi örgütüne yönelik saldırılarında ölenlerin sayısı henüz bilinmiyor. Ancak kesin olan şu ki, eğer kurban sayısı bir ise bu kurban etten kemikten Yemenlidir. Eğer sayı 100 veya daha fazla da olsa hepsi yine aynı derecede etten ve kemikten Yemenlidir.
Doğru, Haşdi Şabi güçleri İranlı bir milis gücü ancak üyelerinin her birinin taşıdığı kimlik veya uyruğu düşünüldüğünde şüphesiz Iraklılar. Aynı durum İran desteğini gizlemeyen Yemenli Husiler için de geçerli.
Vekil, darbeleri yiyen kişidir ve saldıran da kendisidir. Bu yüzden saldırıya uğrayan taraf karşılık verirse saldırısının bedelini ödemek zorunda olan odur. İran tarafı ise her saldırıda orada durup sevinçle ellerini ovuşturarak, saldırıya tepki verildiğinde uyarılarda bulunuyor.
ABD, El-Burc 22 üssünün hedef alınmasına karşılık verme niyetini açıkladığında birçok milis üyesi mevzilerinden kaçtı. Çünkü tepkinin hedefinin kendisi olduğunu ve ABD’nin üssü hedef alan insansız hava aracının (İHA) İran yapımı olduğunu başından beri söylemesine rağmen faturanın İran’a değil doğrudan kendisine kesileceğini biliyordu!
Tahran, Washington’la satranç oynuyor ve Washington da aralarında zımni olarak mutabakata varılan kurallara göre oyuna katılıyor gibi görünüyor. Alan bir oyun masasına benziyor ve her iki taraf da masanın etrafında dolaşırken diğerinin yolunu kapatmamaya dikkat ediyor. Ne zaman biri diğerinin yolunu tıkadığını hissetse, geçiş yolunu açıyor. Bu şekilde oyun, bir tarafın diğerine karşı zaferini ilan eden ünlü kapanış cümlesi olmadan devam ediyor!
Ancak Tahran’ın gözden kaçırdığı şey, ne kadar uzak olduğunu düşünürse düşünsün, sadece bölge coğrafyasının bir parçası olması nedeniyle, yaptığı şeylerin bir gün kendisini etkileyeceğidir. Bu değişmez bir şey. Bu sırada, ABD de Atlantik ve Pasifik okyanuslarının arkasında saklanıp tehlikeden uzak olduğuna emin bir şekilde yeryüzünde hareket ediyor.