Bu acı bir soru ve cevabı daha da acı görünüyor ama şimdi sorulması ve tartışılması gereken bir soru. Savaşlar yalnızca savaş alanlarında gerçekleşmez, aynı zamanda insanların zihinlerinde ve vicdanlarında da gerçekleşerek onların hislerine, duygu ve hassasiyetlerine müdahale eder, onları olumlu ve olumsuz yönde etkiler. İnsanların akılları ve vicdanları en tehlikeli savaş alanıdır ve bu alandaki kayıplar kolay kolay telafi edilemez. Çünkü maddi kayıplardan daha zor, daha büyük ve daha maliyetlidir.
Sudanlılar kendi aralarında şiddetli savaşlara giriştiler; kuzey ve güney 50 yıldan fazla bir süre savaştı, ardından yaklaşık 15 yıl boyunca Darfur'daki savaş devam etti ve yine Sudan'ın doğusunda sınırlı bir savaş yaşandı. Bütün bu savaşlarda trajediler, suçlar, ihlaller yaşandı, durdurulmadı, hesap sorulmadı ve insanlar bilindik “Allah geçmişi affetsin” sözüyle yetindiler.
Mevcut savaşın birkaç ayı içinde yaşananlar her türlü hayal gücünün ötesine geçti ve Sudanlıların zihinlerini ve vicdanlarını zorlu bir sınav ile karşı karşıya bıraktı. Bu, onu yönetecek ahlaki, insani, mesleki veya dini kuralların olmadığı bir savaş. Bunun uluslararası insancıl hukuk ve diğer uluslararası ve yerel kanunlarla ya da Sudanlıların şarkılarında coşku ve gururla anlattıkları yerel geleneklerle hiçbir ilgisi yok.
Savaşın başlangıcı, savaşı veya zamanlamasını seçmeyen sivillerin karar alma hakkının ihlalinin zirvesiydi. Ardından askeri personele ve sivillere karşı işlenen ihlallerin ve suçların boyutu, Sudan'ın çağdaş tarihinde benzeri görülmemiş ve belki de Gazze savaşı hariç, ekranlarda gördüğümüz bölgesel savaşlarda yaşanmamış bir boyuta ulaştı.
Savaşan iki taraf da sivillere, onların mallarına, kamu mallarına aldırış etmiyor, birkaç askeri kovalamak adına evler ve kamu tesisleri yerle bir edilebiliyor, onlarca masum insan karşılıklı bombardımanların kurbanı olabiliyor. Hızlı Destek Kuvvetleri evlere saldırıyor, çalıyor, yağmalıyor, öldürüyor ve tüm bunları sosyal medyada kayda alıyor. Ele geçirdiği hiçbir bölgede para ve diğer malların yanı sıra yağmalamadığı bir sivil araç bırakmadı, işine yaramayan şeyleri ise üzerinde anlaşılan bir ödeme karşılığında yağmacı çetelere bırakıyor. Vatandaşlar bazen pasaport ve bazı önemli evraklarını almak için terk ettikleri evlerine geri dönmek zorunda kaldıklarında, Hızlı Destek unsurlarının evlerini işgal ettiğini, her şeye el koyduklarını, ev halkının kıyafetlerini hiç utanmadan yerlere saçtıklarını görüyorlar.
Ordu güçleri de bazı bölgelerde benzer şekilde vatandaşları ve mallarını yağmaladı. Ordu unsurları arasında bu tip hadiseler daha az görülse de aynı prensip onlarda da mevcut. Buna elbette cinsel şiddet, tecavüz, adam kaçırma, yasal gerekçe veya yargılama olmaksızın uzun süreli tutuklama ve hapsetme suçları da ekleniyor.
Ordunun hava kuvvetleri de çok sayıda katliam gerçekleştirdi, sivillerin evlerini bombaladı ve onları başlarının üstüne yıktı. Ne yazık ki hava saldırıları, Hızlı Destek Kuvvetleri tarafından ele geçirilen bazı şehirlerde ordunun birlikleri çekildikten sonra yapılıyordu. Ordu kuvvetleri geri çekildikten sonra uçaklar geri dönüp, sivil ve asker ya da evlerle askeri kışlalar arasında ayrım yapmayan misilleme saldırıları düzenliyorlardı. Ordu uçakları, başkentin merkezindeki büyük ve devasa binaların çoğunu, içlerinde Hızlı Destek askerlerinin varlığı bahanesiyle yerle bir etti.
Acı ve utanç verici olan, savaşın bazı aktivistlerin ruhunda yol açtıklarıdır. Bunlar savaşı destekleme platformunda yer alarak şu veya bu tarafı teşvik ediyorlar. İğrenç nefret söylemini kullanıyor, kabile ve etnik fanatizmle insanları ötekileştiriyorlar. Sosyal medya platformlarında yalan ve uydurma haberler yayıyorlar. Gerçeği kaybedip nerede olduğunu bulamayacak kerteye varana kadar insanları bu haberlere boğuyorlar. Soğukkanlılıkla rehinelerin katliam ya da kurşuna dizme yoluyla tasfiye edilmelerini teşvik ediyorlar, hatta bazıları çirkinlik ve insani değerlere aykırılık boyutuna varan bu tür suçların video kayıtlarını bile yayınlıyorlar.
Her iki taraftan askerlerin cesetlerinin orada burada "köpek cesetleri" veya "leşler" adı altında ve belki de alaycı gülmelerle yayınlandığını görmek garip olmaktan çıktı. Aynı zamanda her iki tarafın mahkûm ve rehinelere yönelik işkence ve aşağılama videoları da teşvik eden ve onaylayan yorumlar ile yayınlanıyor. Hava saldırıları sonucu insanların ölmesinden zevk alınması, pilotların cesur yiğitler ve saldırılar nedeniyle yanmış cesetlere atfen “kebapçılar” olarak nitelendirilmesi ise en acı olanı. Bunlara bir de medyadaki bazı erkek, kadın ve sözde aktivistlerin isimlerinin ve resimlerinin eşlik ettiği, askeri kuvvetlerden belirli bölgelerde bulunan sivillerin “isyanın toplumsal kuluçka merkezleri” oldukları gerekçesiyle tasfiye edilmesini isteyen açık çağrılar ekleniyor. Yayınlanan bu materyalin yanında, yazarın sanki bir resepsiyona davet edilmiş gibi, tam bir şıklık içinde görüldüğü resmini bulmak da mümkün.
Tanzanya'nın Arusha kentinde oturumları düzenlenen Ruanda Savaş Suçları Mahkemesi'nin bazı Ruandalı medya çalışanlarını katliam ve soykırıma teşvikten yargıladığını galiba kimse bu kişilere söylememiş.
İnsanlığımız, vicdanımız, ahlaki ve dini değerlerimiz çok açık ve net bir şekilde büyük bir tehlike altında. Maddi yıkımdan önce ahlaki yıkıma uğramamak için ve kendimizi tedavi etmeye yönelmek amacıyla genel bir kendine gelme ve acil bir uyanma haline ihtiyacımız var.