Yaşını başını almış, kemale ermiş ve buna güvenerek karşısına birilerini alıp nasihat vermeyi kendinde hak gören biri olarak değil, biraz dertleşmek belki biraz da hakkı ve sabrı tavsiye etmek için yazıyorum bu yazıyı…
Z kuşağı, alfa kuşağı, hızlı ve düzensiz modernleşme, küçülen aile, yeni nesil diyerek başlanan sözlerin genellikle iki istikameti oluyor; ya “bu yeni nesil çok fena, bunlardan bir şey olmaz” ya da bir önceki cümleyi desteklemek amacıyla “biz eskiden laftan sözden anlayan daha iyi bir nesildik” şeklinde.
Ortalama olarak, 35’lerini aşmış kişiler (bizim kuşak) için hem kendi kuşağımız hem de anne babalarımızın kuşağı, biraz daha edep erkan bilen, oturmaktan kalkmaktan haberi olan, belki daha merhametli olan bir nesildik. Ancak bu bahsettiğim nesil olarak, bugün 18, 20’li yaşlarında olanlarla ilgili peşin hüküm vermemeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü gençler ve çünkü “hata yapma payı var hayatlarında” ve hem ne olduklarını hem de ne olacaklarını bugünden kestirmek güç. Bu nedenle görmüş geçirmiş değil halen gören ve geçirenler olarak yeni nesilden evvel biraz da kendimize bakmamız gerekiyor sanki. Tabi bu, yeni nesle yatırım için değil, kendimize yatırım için.
Anne babalarımızın döneminde büyüğü küçüğü bilmek, terbiyeli olmak, mahremi bilmek, utanmak gibi güzel hasletler çocuk terbiyesinde önemli konulardı. Ancak o dönem bir şey daha vardı; yargılama, bastırma. Sanırım çoğu kez terbiyelilik olarak bildiğimiz şey bastırılmış olmanın oluşturduğu haldi ancak bizler onu olumlu yönde bir durum olarak okuyorduk. Hani büyük aileler bitti çekirdek aileye dönüldü, kimse büyüğünü küçüğünü bilmiyor deniliyor ya aynı zamanda o büyük aileler içinde yetiştirilen çocukların birden fazla ebeveyne sahip olup dört koldan kontrol altında tutulduğunun ve bunun da bugünün travmatik sonuçlarına etki ettiğinin pek farkında değiliz. Çünkü o çocuklar, “sen sus, sen bilmezsin” vesaire direktifleri ile sürekli eksik ve kusurlu oldukları yüzlerine vurularak yetiştirildi.
Sonuçta artık karşımızda anne ve babası gibi olmak istemeyen, kendisine müdahale edilmesinden bıkmış, anne babasının kendisine yaptığını çocuğuna yapmak istemeyen, geçmişten intikam alan ya da geçmişle yüzleşmeye çalışan ama ne talihsizliktir ki “sen sus, sen bilmezsin” gibi direktiflerin yerini daha da kötü direktiflerin aldığı bir dönemin ürünü olarak; “sen başarırsın, sen değerlisin, kimse senden daha değerli değil, sakın kendini ezdirme” ve benzeri direktiflerle ifrat yöntemli terbiyeden tefrit yöntemli terbiyeye geçilerek yetiştirilmiş bir nesil var. Ortalama olarak 20-30’lu yaşlarda olan bu nesil, “aman hayata bir daha mı geleceksin çal oyna” mantığını hayat felsefesi yapmış, bencillikten içleri kurumuş bir halde. Ve bugün kendileri hakkında yorum yapamayacağımız kadar genç olan son kuşak da anne-baba olacak yaşta olan bu nesil tarafından yetiştirildiği için durum bir sonraki nesil için daha korkutucu görünüyor.
Şu durumda istisnalar elbette vardır ancak durumun genel itibariyle ifade ettiğimiz gibi olduğu malum. Bastırılmış, “sen bi geri dur bakalım” denilerek itilen bir nesilden “sen çok değerlisin denilerek” şişirilen bireylerden oluşmuş bir toplumda yaşıyoruz artık. Bu aslında bir anomali, bu aslında sağlıksız bir durum ancak son dönemde zirve yapan psikolojik destek önerileri bu durumu Türkiye özelinde teşhis edip yine özgün bir çözüm arayışında bulunamıyor.
Elbette psikoloji gibi çok ihtiyaç duyulan bir bilimi reddetmiyorum ancak modernleşmeyi tek düze yaşamış Batı merkezli bir bilimin, çarpık modernleşmenin ürettiği bireyleri tanımlamasının ve çözümlemesinin yeterli olmayacağını söylüyorum. Zira bastırılmışlığın, susturulmuşluğun tam karşısında olan şey “sen değerlisin, dilediğin yerde dilediğin gibi konuş, istediğin gibi davran” değildir. “Nasıl davranman gerekiyorsa öyle davran, yerine ve duruma göre konuş” telkinidir. Oysa kişisel gelişimciler, dört yıl eğitim alıp eline de bir akıllı telefon alan birçok “uzman”, aracının direksiyonuna geçip “sen değerlisin” direktifleriyle sağlıksız bir duruma maalesef yine sağlıksız bir çözüm önerisi sunuyor.
Evren boşluk kabul etmiyor, bir üst paragrafta ifade ettiklerimin boş bıraktığı alanları da “eskiciler” dolduruyor. Eskiden şöyleydi, eskiden böyleydi… Yani eskiye dönelim, kadın çalışmasın evde otursun sadece anne olsun, kötü de olsa bir evlilik devam ettirilsin, yine bastırılalım ve bastıralım, yargılayalım, bireylerin kişiliklerini ezelim. Bir de bunu dine dayandırıyorlar. Bugünün olumsuz sonuçlarının, dünün olumsuzluklarının sonucu olduğunun bile farkında değiller ancak çözüm sunma konusunda tek yetkili ve tek doğru olanın kendileri olduğunu düşünüyorlar.
Ne toplumda çarpık ve hızlı modernleşme nedeniyle oluşan erozyona karşı sorumluluk hissedenlerin iyi niyetli çabalarını yeriyorum. Ne de psikolojik destek gibi muhtaç olduğumuz modern bilimi reddediyorum. El hak, iki alan da ihtiyaçlara binaen sorun çözücü etkiler sunmaktadır. Ancak bastırılmışlıktan fırlatılmışlığa, sen değersizsinden aman sen muhteşemsine yönelinen iki sivri ucun problemli olduğunu söylüyorum. Ne değersiziz ne de aşırı değerliyiz, sadece normaliz, değerli ve değersiz olabiliriz ve hayat da zaten bu şekilde yürünüyor, bunu fark edecek kadar dahi normalleşsek bize yeter. Ne dersiniz?