Ukrayna savaşı, Putin'in genel bir savaş riskine girmeyeceği varsayımını yerle bir ederken, Gazze savaşı da İsrail'in tamamen korunaklı olduğu varsayımını yerle bir etti. Bu iki önermeden önce, Çin'e açılmanın onu gelecek vaat eden bir demokrasiye dönüştüreceği yönündeki başka bir varsayım dolaşımdaydı ve o da yerle bir oldu. Bu önermelerin hepsi çöktü ve her birinin çöküşüyle birlikte Batılı dünya düzeninin yapısı daha da çatırdıyor. Rusya, Başkan Putin'in "varoluşsal tehdit" olarak adlandırdığı durumu durdurmak için şimdi tüm kapasitesi ile mücadele ediyor. Putin bunun gerektiğinde taktiksel nükleer silahların kullanılmasını gerektireceğini de ima etti. Bu ima, eski Rusya devlet başkanı danışmanı ve Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanı Sergey Granov tarafından, gerçekçi bir siyasi okumayla açık bir şekilde ifade edildi. Granov’a göre ABD, Ukrayna’da sınırlı Rus nükleer silah kullanımı sebebiyle şehirlerinin vurulacağı büyük bir nükleer savaşa girme riskini almayacaktır, çünkü o zaman büyük bir nükleer savaş veya Ukrayna'nın yenilgisini kabul etme risklerini dengelemek zorunda kalacaktır. Ruslar, ABD'nin Gazze, Çin ile rekabet ve başkanlık seçimleri ile meşgul olduğunu, savaşlardan yorulduğunu, dolayısıyla Ukrayna'yı yenebileceklerini veya en azından doğusunu koparıp Rus topraklarına ilhak edebileceklerini düşünüyorlar.
Öte yandan Çin, ekonomik bir güç olarak yükseliyor ve askeri ve teknolojik yeteneklerini hızla geliştiriyor. Zira gelecekteki rolünün ABD’nin düşmanlığı karşısında, Malaga Boğazı ile hepsi Amerikan hegemonyası altında olan Ortadoğu’daki boğazlar boyunca ekonomisinin ana damarlarını koruyacak vurucu bir Çin kuvvetinin varlığını gerektirdiğini biliyor. Çin, önümüzdeki on yılda ABD'nin gücüne ulaşamayacağının farkında ve bu hedefini alternatif olarak arka bahçesinde, özellikle de Güneydoğu Çin Denizi'nde gerçekleştirmeye çabalıyor. Bu nedenle ABD, Avustralya, İngiltere ve Japonya ile askeri ittifak kurarak ve diğer ekonomik ittifaklarını artırarak buradan Çin’i çevrelemeye karar verdi. ABD'nin bu çabası görünüşe göre Ukrayna savaşı ile bozuldu. Biden'ın beklentilerinin aksine Rusya, kendisini Çin'in kucağına atmak zorunda kaldı. Oysa Kissinger ittifaklarının ABD için oluşturacağı tehdit korkusuyla ikisini birbirinden uzaklaştırma politikası izlemişti. Nitekim Çin-Rusya yakınlaşması son zamanlarda Rusya, Çin, İran ve Kuzey Kore'yi kapsayan gayrı resmi bir ittifakın oluşmasına katkıda bulundu. Putin'in Çin ziyaretinin ardından yayınlanan nihai bildiride bu açıkça görüldü çünkü bildirinin özü ve sloganı Amerikan hegemonyasını kırmak ve yeni bir dünya düzeni kurmaktı.
Bu gerçek karşısında Avrupa, Ukrayna savaşının tehlikelerini ve Gazze savaşının gelecekteki güvenliği üzerindeki sonuçlarını, Çin'in ekonomisine yönelik tehlikelerini anlamaya başladı. Avrupa, Amerikan güvenlik şemsiyesinin öneminin farkında ama güvenilirliğinden iki nedenden dolayı şüphe etmeye başladı. Birincisi, Biden'ın Ukrayna'yı silahlandırma konusundaki son derece temkinli ve onu zaferden mahrum eden politikası karşılığında İsrail'i "iki devletli çözüme" zorlamadan ona Gazze'de mutlak destek vermesi. İkincisi, Trump'ın "Ben sizden ne kadar kazanıyorum" kriterine dayanan ikili anlaşma teorisiyle yeniden iktidara gelme ihtimali. Böylelikle Avrupa kendisini bir problemin içinde buldu. Macron bu problemi, Avrupa'nın varoluşsal tehlikede olduğu ve stratejik bağımsızlık teorisine alternatif olarak NATO'yu tamamlayan bir Avrupa güvenliğinin olması gerektiği sözleriyle ifade etti. Ancak Macron'un arzuladığı şey başka, gerçeklik başka. Avrupa, tarihsel olarak ancak ABD'nin çabalarıyla ve Amerikan koruması altında birleşebilmiştir. ABD'nin yokluğu Avrupa'nın birliğini zayıflatacak ve Avrupa, bir rekabet sahnesine, mallar ve özellikle de Çin malları için bir pazara dönüşecek. Her Avrupa ülkesi kendi çıkarlarını kollayacak ve kendi güvenliğini korumaya çalışacak. Bunu yakın zamanda Macaristan Devlet Başkanı Orban'ın Çin Devlet Başkanı'nı sıcak bir şekilde karşılayarak yaptığı açıklamalarda da gördük. İki lider ülkelerinin ilişkilerini değişkenleri aşan bir dostluk olarak sınıflandırdılar ve Çin Devlet Başkanı'nın "herkesin paylaştığı bir dünya" dediği şeyi gerçekleştirme konusunda birleştiler.
Dünya değişiyor, herkes rekabet içinde ve Ortadoğu bölgesi kaçınılmaz olarak bir rekabet arenası olacak. Çünkü coğrafya ve kaynaklar açısından en önemli ve en çok kriz yaratan bölgedir. Nasıl ki Soğuk Savaş bir ekonomik savaş, silahlanma yarışı ve dünyanın bölgeleri için çekişmek idiyse, yeni dünya da öyle olacak. Eksenlere ve ittifaklara tanık olacağız, zayıf ülkelerin toprakları büyüklerin kendi aralarındaki hesaplarını tasfiye etmeleri için kolay bir arena olacak. Gazze belki de bugün bu rekabetin kurbanı olacak. Gazze ABD'nin dikkatini Doğu Asya'dan uzaklaştırdı. Ukrayna savaşı Avrupa'yı korkuttu, ABD'nin kafasını karıştırdı ve İran'ın rolünü güçlendirdi. Dolayısıyla biz Araplar büyüklerin masasındaki satranç taşları haline gelmemek için, çok geç olmadan iki şeye sahip olmalıyız; gerçekçi bir dünya vizyonu ve ardından en azından önemli hedefler üzerinde birlik. Gerçekçi bir vizyon, değişkenleri anlamamızı, zayıf noktalarımızı bilmemizi ve değiştirmemizi sağlayacak. Bu vizyon, Çinli rakibin kazanmaması için ABD'nin acil çözüme duyduğu ihtiyaçtan yararlanarak bizi Filistin sorununu çözmeye teşvik ediyor. Hedef birliğine gelince, bu konuda en azından düşmanı tanımlama ve tehlike seviyelerini belirleme konusunda uzlaşmayı, ardından askeri veya ekonomik karşı koyma araçları üzerinde anlaşmayı gerektiriyor.
Tıpkı Çin Devlet Başkanı ve Putin'in Batı ile mücadelede çıkar gereği Ukrayna ve Tayvan konusunda anlaşmaları gibi, Araplar da, ideal olmasa da İsrail ile kabul edilebilir bir çözüm üzerinde çıkarları doğrultusunda anlaşabilirler. Böylece yerle bir edilen şehirlerini geri kazanmaya, bir gün bile açlarına ekmek sunmayan, topraklarının bir karışını özgürleştirmeyen sloganlar tarafından yıkılmalarının ardından insanları ve yapıları ile onları yeniden inşa etmeye kendilerini adayabilirler.