Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Fildişi kulelerde yaşayanlar

“Münyet el-Mürid fi Edeb el-Müfid ve el-Mustefid” kitabını okutan bir ders halkasına katıldığımda 14 yaşındaydım. Kitabın konusu, başlığından da belli; öğrenme etiğini, öğrenci ve öğretmeni arasındaki etkileşimi, genel halk ile ilişkilerini ve bilgi ilgili diğer konuları ele alıyor. Birkaç ay sonra dersi bıraktım ama öğretmenin bilgi ile bilginin günlük yaşamdaki uygulamaları arasındaki bağlantıya yaptığı vurgu aklımda kaldı. Hocamız “uygulanmayan her bilgi boş sözdür” sözünü sık sık tekrarlardı. Bir keresinde de bir meslektaşımın günlük haberinde “boş söz” ifadesi yerine "fazlalık" sözcüğünü kullandığını hatırlıyorum. Profesörümüz bu sözcük üzerinde durmuş ve dersimizin geri kalanını bunun fazlalık değil boş söz olduğunu vurgulamaya harcamıştı.

Bu fikir, Şam'da bilge bir alimi ziyaret edene kadar aklımda tartışılmaz bir aksiyoma dönüşmüştü. Alim soru üstüne soru soran birisi ile tartışıyordu. Bilge her sorusunu cevapladığında adam cevabındaki zayıf bir noktaya işaret ederek ona karşılık veriyordu. Bir saat kadar bu tartışmayı dinlemeye devam ettim, ta ki adam tartışmanın yarına ertelenmesini isteyene kadar. Bunun üzerine gülerek; “Sonuçsuz kalacak bir tartışmanın ne faydası var?” dedim. Adamın öğrenmek istemediği, sadece tartışmak istediği açıktı. Bilge bana dönerek yarın da gelmemi emretti. Merak beni bunu kabul etmeye itti. Ama oradan çıkarken kendi içimde bunun kısır bir tartışma olduğunu söyleyerek gülüyordum. Akşam, oturup günün olaylarını aklımdan geçirdim ve kendimi tartışmanın ayrıntılarını ve öne çıkan noktalarını hatırlamaya çalışırken buldum. Bu yüzden ertesi gün erkenden bu tartışmanın sırrını öğrenmek için bilge adama gitmeye karar verdim. Alim bana bunun bir sır değil, bilimde bir yöntem olduğu cevabını verdi. Adam gelip tartışma başladığında, bir de baktım ki bazen dinleyerek, bazen de açıklama isteyerek ben de tartışmaya katılıyorum. Günün sonunda “uygulamak için öğrenme” fikrine olan inancımın beni bir kayıt cihazı gibi bir şeye dönüştürdüğünü anladım. Okuyor ve okuduklarımı insanlara anlatıyordum. Biri bana bir şey sorduğunda, ben de okuduklarıma, öğretmenlerimden duyduklarıma ya da daha önce defalarca söylediğim şeylere dayanarak onlara cevap veriyordum. Hatta bazen soruları cevaplamanın düşünmeyi hiç gerektirmediğini bile hissediyordum çünkü tüm sorular bilindikti ve tüm cevaplar hazırdı.

Bugün izlediğim tartışma, pek çok kanaatimin ve aslında zihnimde sağlam bir şekilde yerleşmiş olan aksiyomların eleştiri karşısında zayıf olduğunu ve bazılarının mantıksal kanıtlara dayanmadığını gösterdi. Bunlara inandım çünkü başkalarını bilmiyordum ve bugün olduğu gibi benimle tartışacak birisi ile karşılaşmamıştım.

İki ya da üç yıl sonra bilge alim ile yeniden karşılaştım ve bana katıldığım o tartışmayı sordu, ben de ona bunun benim görüşlerimde bir dönüm noktası olduğunu söyledim. Sonra ona benim gibi bir insanın zihnini neden sabiteler ve varsayımlarla doldurduğunu sordum, o da bana bunun sebebinin bir fildişi kulemin olmaması olduğunu söyledi. Bana gençliğimde öğrendiğim bilgi ve uygulama arasındaki ilişki hikayesini hatırlattı. Daha sonra bu ilişkiye odaklanmanın, öğrendiğimiz azıcık bilgiden ruhumuzun etkilenmesine neden olduğunu söyledi. Bilgiyi genel bir bilgi olarak değil, bize özel, bize ait olan ve bizim de ona ait olduğumuz bir şey olarak benimsiyoruz. Kişisel haklarımızı ve özel mülkiyetimizi savunduğumuz gibi bu bilgiyi de savunuyoruz ve bunu başkalarıyla aramızda yakınlığın ve uzaklığın, dostluk ve düşmanlığın standardı olarak görüyoruz dedi.

O bilge adam bana, yüksek bilgi edinmenin şartının, bilgiyi uygulamadan ayırmak, bilginin kendisi için içine dalmak, dini veya ideolojik, kişisel, sosyal, sınıfsal veya diğer herhangi bir kısıtlamadan bağımsız düşünmek, yani faydalı olsun ya da olmasın bir fikre ulaşmaktan başka hiçbir şeyi umursamayan, dünya karşı çıksa da fikirlerden vazgeçmeyen “fildişi kuleler”de yaşayanlara katılmak olduğunu söyledi. Burada fikirlerimizdeki kusurları fark ederiz ve vazgeçmesek bile kanaatlerimizi tartışırız. Önemli olan neyin fikir neyin duygu olduğunun farkına varmaktır, bilimin özü budur.