Görünüşe göre Sudan önümüzdeki haftalarda büyük bir dönüşüme sahne olacak ve bu da onu bir üçüncüsü olmayan iki seçeneğe yönlendirecek; ya ateşkes için siyasi ve askeri olarak anlaşmak, daha sonra da ülkenin geleceğine ilişkin genişletilmiş bir siyasi diyaloğa girmek ya da tamamen çöküş, derinliği ve çıkış olasılıkları tahmin edilemeyen bir labirentin içine girmek. Savaş, mantıksal açıdan sona ulaştı ve artık mevcut sınırlı seçenekler ile yüzleşmekten kaçış yok. Bunun göstergelerinden biri Sudan Silahlı Kuvvetlerinin tanık olduğu, garnizonların ve askeri alanların domino taşı gibi düşmesine neden olan çöküş durumudur. Sudanlılar, Hızlı Destek Kuvvetlerinin (HDK) şehirleri ve köyleri artan bir hızla işgal etmesini keder ve üzüntü ile izliyor.
Birkaç gün içinde HDK Sennar şehrine saldırdı, ardından çevresinden dolanıp stratejik Cebel Muye bölgesini işgal etti ve bu da HDK’nin bir dizi önemli yolun kesişim noktasını kontrol etmesini sağladı. Ardından birkaç saat içinde Singa şehri düştü, akabinde HDK Dinder şehrine, sonrasında da el-Mazmum'a ve Doba Köprüsü'ne ulaştı. Aynı zamanda HDK Darfur ve Kordofan eyaletlerinde de hareketlendi, bir kez daha el-Faşir’e saldırdı ve Kordofan'daki el-Meyrim bölgesini ve garnizonunu işgal etti. Cebel Muye hariç tüm bu noktalarda gerçek bir çatışma yaşanmadı. Aksine ordu güçleri hiç savaşmadan bölgelerden çekildi ki, bu da Sudanlıların kafasında birçok soru işareti oluşmasına neden oldu. Şaşırtıcı olan her geri çekilmeden sonra HDK’nin çektiği videolarda görülen çekilen birliklerin geride bıraktığı askeri teçhizat, silah ve mühimmatın miktarı idi. Zira bu, durumun ne silahlanma ne de savaş kapasitesi ile değil, bir yandan morallerin düşük olması ya da hiç olmaması, diğer yandan da var olmayan liderlik ve planlamayla ilgili olduğunu gösteriyor.
Silahlı Kuvvetler onlarca yıl siyasallaştırma ve iktidardaki İslami Hareket'in partizan sömürüsünün ağırlığı altında yaşadı; bu durum, nitelikli subayların tasfiye edilmesi ve yerlerine liyakate bakılmaksızın sadık subayların getirilmesi süreçlerinde açıkça görüldü. Daha sonra, ordunun üst düzey liderliğini asker alma, eğitim ve rehabilitasyon ile ilgilenmekten alıkoyup meşgul eden askeri kurumun ekonomik ve endüstriyel alandaki faaliyetleri arttı. Nisan 2019'da eski rejimin devrilmesi ve geçici yönetim kurumlarının kurulması ile tüm bunları düzeltme fırsatı göründü. Ne var ki askeri grup ve onun arkasındaki eski rejimin kalıntıları buna direndi ve sivil geçiş otoritesine karşı HDK ile ittifak kurma yoluna gitti, ardından 25 Ekim 2021'de sivil otoriteye karşı darbe yaptı.
Askeri grup, HDK ile yapılan ittifakın avansı olarak General Hamideti'ye on binlerce kişiyi askere alması, kuvvetlerini en yeni silahlar ile donatması ve Egemenlik Konseyi başkan yardımcısı olarak bölgesel ve uluslararası ilişkiler kurması için kapıyı sonuna kadar açtı.
Ordu liderliği, HDK’yi silahlı kuvvetlere entegre etme veya barışçıl bir şekilde terhis etme yönünde herhangi bir vizyon geliştirmeye çalışmadı; bunun yerine sokağın bu yöndeki çağrılarını reddetti ve bu güçlerin dağıtılması ve entegrasyonu çağrısı yapanlara saldırdı.
Askeri darbe ile Nisan 2023'te savaşın başlaması arasındaki bir buçuk yıl boyunca güvenlik güçleri, HDK’nin dağıtılması ve ordunun kışlaya geri dönmesi talebiyle düzenlenen barışçıl gösterilerde en az 150 kurbanı öldürdü.
İnkâr edilemez gerçek şu ki, her iki taraf da kendi gücüne göre savaşa hazırlanıyordu. Genel izlenim, ordunun HDK’yi birkaç gün içinde ezeceği yönündeydi ancak bu sırada başkent Hartum'da yaşanacak can kayıplarından, yapıların yıkılmasından, daha sonra Darfur kırsalına sığınacak dağınık HDK gruplarının neden olabileceği kayıplardan korkuluyordu.
Tüm bu tasavvur ve spekülasyonların yanlış olduğu, onlarca yıldır ihmal edilen ordunun ne hazır ne de bunu yapacak durumda olmadığı, başa çıkamadığı bir savaşa bulaştırıldığı ortaya çıktı. Geri çekilmeler, şehirlerin, bölgelerin anahtar teslim şeklinde teslim edilme durumu devam ederse, sadece ordunun değil, tüm ülkenin tam bir çöküş hali yaşaması bekleniyor. Hiç kimse HDK’nin zaferini ilan edebileceğini, hükümet kurabileceğini ve ülkeyi yönetebileceğini düşünmesin. Aksine, sonuç, birleşik Sudan devletinin dağılması ve ortadan kalkması olacaktır.
İkinci seçenek için hâlâ tek bir şans var; o da savaşı durdurmak ve savaş sonrası aşamaya yönelik vizyonlar geliştirmek üzere kapsamlı bir siyasi diyaloğa doğru ilerlemek. Bu fırsatın hayata geçirilmesi süreci, durumun ciddiyetini hissedenlerin cesur bir milli karar almasını, sonra da fırsattan yararlanmaya ve hayata geçmesi için gereken imkanları sağlamaya çalışan kararlı bir bölgesel ve uluslararası fikir birliği gerektiriyor. Aksi takdirde bizi bekleyen tufandır.