Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Barış neden gelmiyor?

Bir gün savaşların biteceği, acıların son bulacağı söylenir ve tekrarlanır. Bunun pek çok tarihi örneği var; Yüz Yıl Savaşları, Otuz Yıl Savaşları, 18. ve 19. yüzyıllardaki sömürge savaşları ve ardından gelen bağımsızlık savaşları. Bizden önceki kuşak, Birinci Dünya Savaşı'nın hiç bitmeyeceğini sanıyordu, bitince İkinci Dünya Savaşı patlak verdi ve tarihte ilk ve son kez nükleer silahın kullanılmasıyla trajik bir sonla sonuçlandı. Savaştan sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya uluslararası ilişkilerin en dostane örneklerinden biri haline geldi; iki ülke arasında karşılıklı savunma anlaşması bulunuyor. Bizim kuşağımız Kore Savaşı ile Vietnam Savaşı'na ve bitişine şahit oldu. Hatta bir kez Sovyetler Birliği, bir kez de ABD’nin giriştiği Afganistan Savaşı'nı ve her ikisinin Irak Savaşı ile birlikte bittiğini gördü. Her halükarda son, barışın gerçekleşmesi anlamına gelmiyordu, ancak ateşkes, çatışmayı durdurma, bir nefes almaya ve durumu değiştirmeye yetecek bir sükunet ve savaşa ara verme dönemi ile başlıyordu. Bazen ittifak noktasına varan ve "gerçek sevgi ancak düşmanlıktan sonra gelir" şeklindeki ünlü Mısır atasözündeki gibi yakın ilişkiler de kuruluyordu. Ancak tarihi son noktaya ve barışa ulaşma yasasına tabi olmayı reddeden bir savaş var ki, o da Arap-İsrail savaşı, diğer durumlarda ise İsrail-Filistin savaşıdır. Bu savaşın başlangıcı, 1897 yılında İsviçre'nin Basel kentinde düzenlenen bir konferansta Siyonistlerin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurmak için yaptıkları duyuruydu. Bu ve diğer İsviçre şehirlerinde belki başka konferanslar da düzenlendi, ancak hiçbiri bunun kadar savaşa yol açan bir askeri etkiye sahip değildi. Filistin toprakları o dönemde başka bir işgalin, Osmanlı hakimiyeti altındaydı ve çok geçmeden Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde bu İngiliz işgaline dönüştü.

20. yüzyıl sona erdi ve 21. yüzyıldan neredeyse çeyrek asır geçti ama tüm sömürge altındaki halkların kurtuluşuna tanıklık eden bir direnişten, Soğuk Savaş'ın patlak vermesinden ve sona ermesinden sonra savaş hâlâ devam ediyor. Yalnızca Filistin halen tamamen veya kısmen ancak her halükârda kendi kararlarını almasını engelleyen bir işgal altında. Savaşın şu ana kadar sona eren kısmı, boyutlarından biri olan Arap-İsrail çatışmasıdır. Bu çatışma Mısır ile İsrail ve Ürdün ile İsrail arasında barışın tesisi ile sona erdi fakat her ikisiyle de barış soğuk olarak tanımlandı. Ancak dört Arap ülkesi ile İsrail arasında “İbrahim Barışı” sağlandığında da barış sıcak olmadı, hatta imzacı devletlerden biri olan Sudan bir iç savaşa girdi. Filistin-İsrail savaşı açık ya da gizli devam etti. Doksanlı yılların ortalarında Filistin topraklarında tarihin ilk Filistin Ulusal Otoritesini kurma fırsatı ortaya çıktığında bile, uluslararası zirveler ve küresel konferanslar durumu pek değiştiremedi. Bu dönemde normal hayat artık tek değil iki tür savaşla tanışmıştı; 1980'lerde barışçıl olan halk intifadası, yeni yüzyılın ilk on yılındaki askeri intifada. Gazze’de ise şu anda yaşadığımız beşinci savaşa ulaşana kadar savaşlar birbirini takip etti. Son savaş henüz bir sona ulaşamadı, dahası “ateşkes” bile artık zor hale geldi. Zor olmayan ise Gazze Şeridi'ndeki kısmi savaşın Arap Maşrıkı’nı (Levant), Arap Körfezi'ni, Kızıldeniz'i ve Doğu Akdeniz'i kapsayan bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali.

Devam eden savaşın ister Filistinliler ve Yahudiler arasında ikili, isterse Araplar, Farslar ve Türkler dahil olmak üzere bölgesel bir sonu olacak gibi görünmüyor. Bu durumda ABD'nin de hazır olması doğal, o hazır olduğu sürece de Birleşik Krallık ve NATO hazır olacaktır. Bunun nedenlerini pek çokları kavrayamadı, ancak bunlardan ilki İzak Rabin'in Oslo Anlaşması'nın imzalanmasından bir gün sonra İsraillilere hitaben söylediği gibi, bu ülkeye geldiklerinde başkalarının, başka sakinlerin ve bir halkın olmasıdır. Bu düğüm çözümsüzlüğünü korudu ve artık Yahudilik açısından “vaat edilen topraklar” şeklinde ifade edilirken, İslami açıdan Filistin topraklarının İslami bir vakıf olduğu şeklinde ifade edilir oldu. İsrailliler kutsal topraklara geldiklerinde, Yahudi rüyasının gerçekleşmesi ve mutlu olması için burada karşılaştıkları durumun bir barış gerektirdiğini anlamadılar. Öte yandan Filistin ulusal kurtuluş hareketi, hareketin görevinin bir Filistin devleti kurmak olduğunu ve devletlerin kurumlar, inşa ve kimlik anlamına geldiğini asla anlamadı. Devletin yasalarından biri de, 14 örgüt ve liderliğe değil, tek bir liderliğe sahip olmaktır. Ama öyle olmadığı için kurtuluş hareketi, Kahire'de, Cezayir'de, Mekke'de, Ankara'da ve yakın zamanda Pekin'de zamanının yarısını bu örgütler arasında birliği sağlamaya harcadı. Tüm örgütler silah taşıyor, savaş ve barış konusunda kendi başlarına kararlar alıyor, savaş kızıştığında İsrail Başbakanı Amerikan Kongresi'ne giderken, onlar ey Araplar neredesiniz diye soruyorlar!