Cuma Bukleyb
TT

Libyalıların ağızlarından egemenlik kelimesi çıkmıyor

Aralarındaki farklar ne kadar büyük olursa olsun, başkentler tarihsel olarak güç, otorite, para, bilim ve kültür merkezleri olmaları bakımından benzerdir. Bazılarının kökleri tarihin derinliklerine uzanır, bazıları ise daha dün doğmuştur. Bazı başkentler birçok nedenden dolayı dokunulmazlıklarını, korumalarını ve tarihi statülerini kaybederek sıradan şehirlere dönüşür ve çok uzun olan dünya şehirleri listesine eklenirler. Sanki “başkent” unvanı, tıpkı taçların kralların ve kraliçelerin başlarını süslemesi gibi, bir şehrin başını süsleyen, onu diğer şehirlerden ayıran bir taç gibidir.

Yukarıdaki tanım bazen başkent olmayan diğer şehirler için yapılan eklemeleri içerecek şekilde genişletilebilir. Örneğin falanca şehrin güzelliğin, altının, sanayinin, modern bilimin vb başkenti olduğunun söylenmesi gibi. Libya'nın başkenti Trablus hiçbir zaman güzelliğin başkenti olmadı; bilimin, edebiyatın, kültürün ya da örneğin altın endüstrisinin başkenti olarak da bilinmedi. Dünyanın diğer başkentleriyle karşılaştırıldığında onu eşsiz bir mücevher yapan herhangi bir özelliği yok. Kimileri burayı tarihi geçmişi olan antik bir kent olarak görebilirler ki bunda haklıdırlar. Ama o tek değil. Başını süsleyen ve onu Libya'nın başkenti yapan taç, Londra, Paris, Kahire veya Atina'nın taçlarıyla karşılaştırıldığında çok küçük olduğundan neredeyse görünmez gibi. O halde neden onun için kavga ediyorlar? Huzur ve güven içinde yaşayabilmesi için onu neden kendi haline bırakmıyorlar?

Yaşanan savaşlardan bıkıp usanan bölge sakinleri, taleplerini tek bir talepte özetlediler; başkent unvanını alın ve Trablus'u bize bırakın! Ancak şu ana kadar taleplerine kulak veren olmadı. Silahlı gruplar -çeşitli isim ve bayraklar altında- hâlâ kendisini bölgelere ve nüfuz alanlarına bölüyor, boğma noktasına varacak kadar kontrollerini sıkılaştırıyorlar. Diğerleri ise şehrin sınırlarına yerleşmişler ve kendilerine bir fırsat çıkmasını bekliyorlar.

Fenikeliler tarafından kuruluşundan bu güne kadar uzanan uzun bir tarih boyunca Trablus, bir elden diğerine, bir sömürgeci güçten diğerinin kontrolüne geçti. Ordular şehre girerek geri çekilen ve mağlup edilen diğer orduların yerini aldı. Sadece Türkler 4 asır boyunca şehirde kalabildiler ve ardından kendisini İtalyan sömürgeciliğine bırakmak zorunda kaldılar. Ama 1912'de çekilerek terk ettikleri Trablus’a, 2020'de Müslüman Kardeşler tarafından desteklenen eski başbakan Fayez es-Sarrac'ın isteği üzerine geri döndüler. 1970 öncesinde bulunan Amerikan Howells üssü gibi şu anda Libya yasalarına tabi olmayan askeri, deniz ve hava üsleri var. İster Amerikan ister Türk üsleri koruma adı verilen ortak bir formül altında burada bulundular. Çeşitliklerine rağmen tarihin tecrübeleri, farklı dönemlerde tekrarlanan bir gerçeği doğruluyorlar; koruma talebi üzerine gelen ordular, misyonlarını tamamlasalar da koruma talebi üzerine geldikleri devletin talebi doğrultusunda ayrılmazlar. Aksine, onun için geldikleri amacı gerçekleştirene kadar geldikleri yere geri dönmeyi ağırdan alır ve geciktirirler.

Şehrin 3 milyonu aşan nüfusu, başkentleri Trablus'un artık kendi mülkleri ya da egemenlikleri altında olmamasını umursamıyor. Onları şehrin çeşitli yerlerinde, sokaklarında, kafeleri doldururken, marketlere giderken, yollar onlar ve arabalarıyla doluyken görüyoruz ve ağızlarından ne egemenlik ne işgal kelimesi çıkmıyor.

Bazıları, Türklerin Trablus'u öncekinden farklı olmayan başka bir askeri yönetimin pençesine düşmekten kurtardığı bahanesiyle varlıklarını görmezden geliyorlar. Bu, hiçbir akıllı insanın karşı çıkamayacağı bir husus. Bazıları da işgalin sadece Trablus'un değil, tüm Libya’nın göğsüne çökmüş olduğunu düşünüyor. Bu da rasyonel hiçbir insanın karşı çıkamayacağı bir husus. Bununla da ülkenin doğusundaki Rus askeri varlığı kastediliyor.

Politikacıların çoğu aldatıcıdır. Yetenekli hikaye anlatıcıları gibi kelimeler ile oynamakta, amaçları doğrultusunda formalite etmekte çok iyidirler. Böylece dinleyicileri veya okuyucuları rahatsız etmeden, korkutmadan hedeflerini gerçekleştirebiliyorlar. Amaçları ise gerçekleri kamufle etmek ve saklamaktır. Bunda da genellikle başarılı olurlar; hele ki dinleyici psikolojik olarak onlara inanmaya hazırsa ve duyduklarını, okuduklarını derinlemesine araştırmaya zamanı yoksa. Bana göre şu anda Libyalılar için de bu geçerli.