Amerika Birleşik Devletleri, 4 Temmuz 1776'da bağımsızlığını ilan etmesinden, 1783'te İngiliz sömürgeciliğinden kurtulmasından, Konfederasyon deneyiminin sona ermesinden (1781- 1787), Amerikan Federal Anayasasının hazırlanmasından (1787) ve ilk başkan George Washington'un (1789- 1797) seçilmesi ile uygulanmasına (1789) başlanmasından bu yana 46 başkan tanıdı. İlk başkan ile 47. başkan arasında düşünce, çağ ve zaman olarak büyük mesafeler var. İlk grup Amerikan başkanlarının hepsi devrimin evlatlarıydı: John Adams (1797- 1801), Thomas Jefferson (1801- 1809), James Madison (1809- 1817) ve James Monroe (1817- 1825). Burada dikkat çeken husus, John Adams dışındaki altı başkanın, ilk başkanın başlattığı gelenek uyarınca iki dönem başkanlık yapmış olmalarıdır. Bu gelenek Franklin Roosevelt döneminde (1933- 1945) İkinci Dünya Savaşı şartlarından dolayı bir kez ihlal edilene kadar devam etti. 22. Anayasa Değişikliği (1951) ile de yasal olarak onaylandı. İlk gruptaki başkanlar, devletin temel sütunlarını anayasal olarak istikrara kavuşturmak ve iki mesele ile başa çıkmak için çalıştılar. Bunların ilki kölelik, diğeri devrime katılan eyaletlerin batı sınırlarının geleceğiydi. Sınırlar konusunda, batı ve güney yönlerinde yeni eyaletler kurulurken olduğu gibi kalmasına karar verildi. Monroe'nun başkanlığı sırasında, devlet için hayati bir bölge olarak Amerika kıtasında ABD'nin Batı dünyasının başına getirilmesine karar verildi.
19. yüzyıl boyunca kölelik ve ortadan kaldırılması meselesi, Amerikan siyasetine egemen oldu. Buna karşılık ekonomi ve teknolojik gelişme, onu sürekli bir yükseliş sürecine soktu ve böylece 20. yüzyılda ABD istikrar ve dünyaya açılmayı birleştirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında yıkılan imparatorlukların mirasçısı oldu. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra küresel liderliği Sovyetler Birliği ile paylaştı. Ardından Berlin Duvarı'nın yıkılması (1989) ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra dünya ve küreselleşmenin tek lideri oldu. Bu küresel çerçevede ve 21. yüzyıla girerken ABD sekiz yıl içinde üç seçime gitti. Taraflarından biri Cumhuriyetçi Donald Trump, diğeri ise Demokrattı. Trump, Hillary Clinton'a (2016) karşı kazandı, Joseph Biden'a (2020) yenildi ve ardından yakın zamanda Kamala Harris'e (2024) karşı kazandı. Bu üç seçim savaşına iki gerçek egemendi.
Birincisi, Amerikan seçimleri, hiçbiri beklenmeyen ve artık göz ardı edilemeyecek siyasi yansımaları olan derin ekonomik ve sosyal koşulları yansıtıyordu. Bilgiye dayalı üçüncü endüstriyel teknoloji devrimi ve yapay zekaya dayalı dördüncü endüstriyel teknoloji devrimi artık siyasi gerçeklikte de mevcutlar. 20. yüzyılın sonunda teknolojik devrimin yalnızca daha fazla refah yaratmakla kalmayıp aynı zamanda birçok yüksek gelirli iş yaratacağı ve böylece işçilerin ve çalışanların koşullarını iyileştireceği söylemi yayıldı. Ancak gerçek öyle olmadı; zira Google arama motoru, Facebook arkadaşları, cep telefonu uygulamaları, Twitter (X) tweet'leri ve Amazon'dan alışveriş gibi pek çok ürünü ortaya çıkaran devrim, pek çok iş fırsatı doğurmadı. Ekonomik sonucu, daha fazla teknolojik gelişme ile işçi sayısı arasındaki ilişkinin kaybı olurken, siyasi sonucu daha derin oldu. Kesin olan şu ki, Amerikan seçimleri artık Demokrat ya da Cumhuriyetçi seçmen şeklindeki bölünmeye değil, teknolojik devrimlere yakın ve uzak bölünmesine dayanmaya başladı.
Diğer gerçek ise demografik faktörün, ırk, din ve ulus “çeşitliliğini” teşvik eden ve bunu Amerikan gerçeğinin özü olarak görenler ile beyaz Avrupalıların Amerikan yaşamına ve kimliğine hâkim olması gerektiğini düşünenler arasındaki Amerikan bölünmesinde bir faktör haline gelmiş olmasıdır. Bunun doğrudan nedeni, özellikle Güney Amerika'dan Hispanik kökenli kişilerin Amerika Birleşik Devletleri'ne artan yasadışı göç olgusuydu. Hispanikler, Afrika kökenli Amerikalılarla birlikte büyük bir azınlık oluşturuyorlar ve destekledikleri Demokrat Parti'nin Amerikan seçimlerini kazanması için artık beyazların küçük bir kesiminin oyuna ihtiyacı var. Cumhuriyetçi aday Donald Trump, Biden, Harris veya Obama arasında ayrım yapmıyor. Daha ziyade, ister ülkede yasadışı bir şekilde yaşama ister terör eylemleri gerçekleştirme yoluyla olsun, bunların ABD’ye yönelik bir tür “istilasına” karşı sağı harekete geçirmek için demografik değişimlerden yararlandı.
Birinci ve ikinci gerçekler, büyük olasılıkla bir sonraki tarihsel aşamada ABD ile birlikte yaşayacak çünkü her ikisi de Amerikan yaşamındaki daha derin eğilimleri ifade ediyor. Tarihçiler 2016 ve 2024 ABD başkanlık seçimlerinden söz ederken, Demokrat Parti'nin adayı olarak bir kadının (Hillary Clinton veya Kamala Harris) seçilmesinin önemine ve anlamına veya Donald Trump gibi girişimci bir milyarderin oynadığı role işaret edebilirler. Ancak teknolojik gelişmeler ve bunların etkileri ile demografik değişiklikler ve sonuçları, seçimlerin tarihsel analizinde belki de en derin faktörleri oluşturacaklar.