Jeopolitik olayların kesiştiği, iç ve dış dönüşümlerin hızlandığı bir ortamda İran-Arap ilişkileri yeni bir fırsata mı sahip? Ortada Gazze ve Lübnan savaşları, Donald Trump'ın ABD başkanlığına dönüşü ve bilhassa bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirmek, sürekli çatışma ve saflaşmaya yol açan bağlamların üstesinden gelmek için nadir bir fırsatla karşı karşıya olduğumuzdan, bu sorunun aciliyetini artıran faktörler var.
Neyse ki, ya da siyasi bir öngörüyle, Çin'in arabuluculuğu ile ilişkilerde yedi yıldır süren kesintiye son veren ve Riyad ile Tahran arasındaki diplomatik ilişkileri yeniden tesis eden Mart 2023'teki İran-Suudi Arabistan ilişkilerindeki değişim, Gazze savaşından yaklaşık 6 ay önce gerçekleşti. Açılan bu gedik, bir dizi dikkat çekici İran-Körfez görüşmesinin önünü açtı; bunların en göze çarpanı, merhum İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın Haziran 2023'te Katar, Kuveyt, Umman ve İranlı bakanın Devlet Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayed Al-Nahyan ile görüştüğü Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) kapsayan turuydu. Bunun öncesinde aynı ay içinde Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan'ın on yılı aşkın süredir türünün ilk örneği olan Tahran ziyareti gerçekleşti.
Gazze Savaşı'nın ardından, BAE Devlet Başkanı’nın Ekim 2024'teki BRICS zirvesi sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile Rusya'nın Kazan kentinde yaptığı görüşme kaydedildi ve bu, iki ülke ilişkilerinde dikkate değer bir diplomatik dönüm noktası sayıldı.
Aynı şekilde, İran ile uzun süredir gerginlik yaşayan Bahreyn, diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek ve Körfez ülkeleriyle İran arasındaki siyasi açılımı teşvik etmek amacıyla Haziran 2024'te komşusu ile diyaloga başladı.
Ekim 2024 ise benzeri görülmemiş bir olaya sahne oldu; Suudi Arabistan'ın İran, Umman ve Rusya ile birlikte Kızıldeniz'de ortak askeri tatbikatlara katılacağı açıklandı. Daha sonra, Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Korgeneral Feyyaz bin Hamid el-Ruveyli başkanlığındaki üst düzey bir Suudi Arabistan askeri heyeti İran'ı ziyaret etti. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı, Tümgeneral Muhammed Bakıri liderliğindeki İranlı askeri yetkililerle görüştü.
İran ile İsrail arasındaki angajman kurallarının bozulması ve dikkat çekici bir dizi karşılıklı saldırının ardından iki ülke arasında doğrudan askeri çatışma olasılığına doğru ilerlemesi göz önüne alındığında, bu görüşmeler daha da önem kazanıyor. Ayrıca İran'ın bölgedeki araçlarına, özellikle de Hamas ve Hizbullah’a yönelik saldırılar çerçevesinde bu görüşmelere bahis oynamak daha da mümkün hale geldi. Zira bu iki fraksiyonun zayıflaması ve İran'ın bunları bölgede siyasi ve askeri nüfuz aracı olarak kullanma gücünün tükenmesi, İran'ı Arap ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye ve değişen bölgesel dinamiklere uyum sağlamaya odaklamaya itme potansiyelini de beraberlerinde taşıyorlar. Buna ek olarak, yaptırımlar ve iç zorluklar nedeniyle İran'ın karşı karşıya olduğu devasa ekonomik baskılar, bu fraksiyonları yeniden tesis etmeyi ve onları desteklemeye devam etmeyi maliyetli bir yük haline getiriyor. Öte yandan Hamas ve Hizbullah'ın Filistin meselesindeki etkisinin azalması, Arap ülkelerini bu dosyada inisiyatifi yeniden kazanmaya ve bölgede güç dengesi oluşturmaya teşvik ediyor. Körfez güçlerinin zorlu atılımları gerçekleştirebilecek diplomatik bir güç olarak öne çıkması, özellikle İran, milisleri kullanmak yerine Körfez ülkelerinin diplomatik ve ekonomik araçlarını nüfuzunu ve çıkarlarını korumak için bir fırsat olarak görürse, Tahran'ı çatışma yerine iş birliğine daha açık hale getirebilir.
Suudi Arabistan ve genel olarak Körfez ülkelerine gelince, İran ile diyaloğa girme ve mevcut jeopolitik değişkenleri bu yönü güçlendirmek adına kullanma isteği, Arapların bölgesel güvenliği artırma ve sıcak arenalarda gerilimleri azaltma konusundaki istekliliğinden kaynaklanıyor. Bölgedeki doğrudan güvenlik tehditlerinin etkisinin azaltılmasının, Arap ülkelerinin yatırımları çekecek, ekonomik kalkınmayı destekleyecek ve stratejik ekonomik çeşitlendirme projeleri ve vizyonları için yeni ufuklar açacak istikrarlı bir ortam ihtiyacına hizmet ettiği sır değil.
Ayrıca bu diyalog başarılı olursa ve genişletilirse, Körfez ülkelerinin uluslararası ittifaklarını çeşitlendirme imkanlarının pekiştirilmesine ve Çin gibi arabulucuların rollerinin güçlendirilmesine de katkıda bulunacaktır. Bu da özellikle son başkanlık seçimleri sonrasında ABD'nin inisiyatiflerine ve koşullarına bağımlılığı azaltacaktır.
Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşü, her ne kadar İran ile gerilimi tırmandıran bir etken gibi görünse de İran-Körfez yakınlaşması için de fırsatlar yaratıyor. Zira “azami baskı” politikasından kaynaklanacak etkiler, İran'ı ekonomik ve siyasi izolasyonunu azaltmak için Körfez ülkeleriyle diyaloğa itebilir. Öte yandan Körfez ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan ve BAE, ABD'nin İran'a yönelik politikalarının bir sonucu olarak, “Vizyon 2030” gibi büyük kalkınma projelerini sekteye uğratma tehlikesi yaratacak herhangi bir bölgesel gerginliğe karışmaktan kaçınmaya çalışıyor. Daha geniş anlamda, Beyaz Saray'ın Çin'e karşı gerilimi tırmandıracak politikalar benimseyeceği beklentisi doğrultusunda Körfez ülkeleri, ittifaklarını çeşitlendirmeye ve bölgesel emniyet supablarını güçlendirmeye daha çok bahis oynayacak. İran ile diyaloğun güçlendirilmesi de buna dahil.
Yaygın izlenimin aksine bölge, ikili gerilimleri yatıştırmanın ötesinde yeni, daha esnek ve sürdürülebilir bir bölgesel düzen kurma fırsatıyla karşı karşıya bulunuyor. Bölgesel istikrarı güçlendirecek kalıcı ortaklıklar kurmak için bu tarihi anı değerlendirmek, güvenlik konularında güvenilir çözümleri, çatışmaları bitirmeyi, ekonomik iş birliği ile ortak kalkınma fırsatlarını ele alacak bir Körfez-İran ortak sorumluluğudur.
Peki, bütün taraflar bu geleceği yaratma cesaretine sahip mi?