İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanmasına ilişkin mahkeme kararı, Türkiye içinde derin bir ayrışmaya yol açtı. Bazı Arap ülkelerindeyse, sivil akımlar ile siyasi İslam akımları arasındaki ayrışmanın zemininde daha da keskin bir ayrışmaya yol açtı.
Gerçek şu ki, bazı Arap ülkelerinin yaygın hatalarından biri, Türkiye'de yaşananlara, Mısır'daki Müslüman Kardeşler ve siyasi İslamcı gruplar etrafındaki ayrışmalara baktıkları gözle bakmalarıdır. Hatta bazıları, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisini uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünün bir parçası olarak gören gülünç bir suçlamada bulunmuşlardı. Böylece Türkiye'de yaşanan her şeye, Türkiye'deki siyasi İslam akımının temsilcisi olan Erdoğan ile Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) temsil ettiği sivil akımlar arasındaki bir ayrışma olarak bakıyorlardı. Oysa Türkiye gerçeği ve deneyimi bu bakıştan çok uzaktır.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türkiye'deki deneyiminin Müslüman Kardeşler ve uluslararası örgüt ile hiçbir bağlantısının olmadığı kesindir. Erdoğan'ın siyasi İslam kartını kullandığı, onu bölgedeki kollarından biri olarak gördüğü, bir dönem bölgesel çıkarlarına ulaşmak için Müslüman Kardeşler kartına oynadığı doğrudur. Kaybetmeye mahkum bir kart olduğunu anladıktan sonra, pragmatik bir şekilde hesaplarını gözden geçirdi ve bazı veya birçok konuda ülkelerle hemfikir veya fikir ayrılığı içinde olmasına bakmaksızın, ülkelerle normal ilişki modeline geri döndü.
Türkiye, bölgedeki diğer büyük ülkeler gibi, Arap ülkeleri de dahil olmak üzere birden fazla ülkede kendisine müttefikler, takipçiler ve destekçiler üretti. Suriye'de değişimin mühendisliğini yapma ve iktidara gelene kadar silahlı İslamcı grupları destekleme konusundaki başarısı da bunu gösterdi.
Dolayısıyla Erdoğan'ın dışarıdaki deneyimi, Arap siyasi İslam akımlarına tepeden bakan, bazılarını kullanılabilecek araçlar ya da birbirinin yerine geçebilecek şekilde güvenilebilecek müttefikler olarak değerlendiren pragmatik bir deneyim. İçeriye gelince, kendisi gerçekte siyasi İslam akımlarından ziyade, Arap ülkelerindeki sivil deneyimlere ve Arap sivil akımlarının söylemine daha yakın. Bu, Türkiye bağlamından tamamen farklı olan, Arap dünyasında sivil toplum-siyasi İslam ikileminin tutsağı olan bazılarının sandığının aksine bir tablodur.
Türk laiklik deneyimi başlangıçta dışlayıcıydı ve dini yalnızca siyasi alandan değil, kamusal alandan da dışlayan laik bir modernist model dayatıyordu. Ama aynı zamanda dini siyasetten ayırdı ki, bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin 100 yılı aşkın tarihi boyunca varlığını sürdüren önemli bir değer.
Erdoğan'ın laik modelde gerçekleştirdiği değişim, İslam ile ilgili konularda Arap sivil anayasalarına yaklaşmasında yatıyor. Ama siyasi İslamcı olmakla suçlanmasına rağmen, bu anayasalardan daha laik olmayı sürdürdü. Erdoğan'ın kadınların istedikleri kıyafetleri giyme hakkına saygı gösteren, başörtülü olup olmamalarına, kıyafetlerinin niteliği ne olursa olsun üniversiteye gitmelerine, meclise girmelerine ve birçok devlet görevinde çalışmalarına izin veren bir formüle ulaşması yaklaşık 20 yıl sürdü.
Bu noktada Türkiye, okullar ve devlet daireleri de dahil olmak üzere tüm kamusal alanlarda başörtüsünü yasaklayan Fransız modeli hariç, kadınların kılık kıyafetine karışmayan Avrupalı laiklik modellerine yaklaştı.
Erdoğan yönetiminde Türkiye, yıl boyunca kafelerde ve gece kulüplerinde turistlerin ve Türk vatandaşlarının özgürce ve sorunsuz bir şekilde bulunabildiği ender İslam ülkelerinden biri olmaya devam ediyor.
Erdoğan, formları hâlâ Türkiye'nin her yerinde görülen Mustafa Kemal Atatürk'ün temellerini attığı laiklik ilkelerinin özünü değiştirmedi. Aksine, çeşitliliği kabul eden ve farklılıklarını zaman zaman sıcak ve keskin olabilecek barışçıl yollarla yöneten modern liberal değerlere yaklaştırdı.
Erdoğan'ın muhaliflerine karşı sık sık bir “Ortadoğulu” lider gibi davrandığı, intikamcı, hedef alan, otoriter boyutları çok olan bir rejim kurduğu doğru, ancak bu bir İslamcı dini rejim değil. Erdoğan ayrıca muhalefeti ortadan kaldıramaz, CHP’yi kapatamaz,çünkü Türkiye değişti ve artık bunu kabul etmeye hazır değil. Keza her ne kadar bunun için kendine uygun bir zamanı seçmiş ve başka durumlarda kendisine yakın oldukları için yolsuzları korumuş olsa da, İstanbul Belediye Başkanı düzeyinde bir muhalefet liderini yolsuzluk şüphesi olmadan tutuklatması da zor.
Erdoğan'ın deneyimi çoğuna ya da azına katılamayacağımız pek çok hatayla dolu, fakat düşünce ve pratik düzeyinde, her gün kendisini savunan Arap siyasi İslam deneyimlerine veya projelerine yakın değil. Aksine, onu eleştiren (ya da bir kısmı eleştiren) Arap sivil deneyimlerine daha yakın. Artık, Araplar ile Türkler arasında karşılıklı anlayış ve ortak çıkarlara saygı temelinde istikrarlı bir ilişki kurulmasını sağlayacak, Türk deneyimine ilişkin gerçekçi ve dengeli bir bakış açısına sahip olma yönünde çalışmak gerekiyor.