Sudan’da savaş anlatılarındaki sürekli dönüşümler bağlamında, isimler milis isyanına direniş ile başlayıp, darbe girişimi ve onur savaşı ile devam edip, yabancı işgali hikayesine ulaşana kadar dönüşüp durdu. Yeni söylem, Sudan'ın yabancı bir işgale maruz kaldığı ve buna karşı koymak için tüm imkân ve kaynakların seferber edilmesi gerektiği, bu yolda katkı sağlamayanların ya komplocu ya da yabancı işgaline sessiz kalarak bir şekilde destek verdikleri yönünde.
Sudan'ın çeşitli savaşlarında hükümetin insanları seferber etmek için iç savaşa bir isim vermesi, durumla yüzleşememenin verdiği mahcubiyeti, yaşananların Sudan'a karşı küresel bir komplo ve ülkenin gücünün ötesinde bir yabancı işgali olduğunu söyleyerek hafifletmesi ilk kez yaşanmıyor.
Bu durum Birinci Güney Savaşı'nda (1955-1972) yaşanmıştı; savaş Batılı Hristiyan çevrelerin organize ettiği, Sudanlıların kültür ve dinini hedef alan bir sömürgeci, kiliseci komplo olarak adlandırılıyordu. Daha sonra Dünya Kiliseler Konseyi himayesinde yapılan görüşmelerle savaş durdu ve bunun sonucunda 27 Şubat 1972'de Addis Ababa Anlaşması imzalandı. İsyancı lider General Joseph Lagu, cumhurbaşkanı yardımcılığı da dahil olmak üzere çeşitli görevlere atandı.
Ardından, İkinci Güney Savaşı (1983-2005) patlak verdi ve yine Siyonist ve Amerikan güçlerinin Sudan'a ve egemenliğine karşı bir komplosu olarak tanımlandı. Dr. John Garang komutasındaki SPLM güçleri bazı cephelerde ilerlediğinde savaşa Uganda-Etiyopya işgali adı verildi. Bu dönemde, “ümmetin dinini ve inancını hedef alan” yabancı işgale karşı cihat sloganıyla seferberlik ve gönüllü toplama kampanyaları yürütüldü. John Garang itibarını zedeleyici bir şekilde tasvir edildi. Sonra hükümet, ABD ve Batı'nın himayesinde SPLM ile müzakerelere başladı ve müzakereler Ocak 2005'te Nairobi'de Kapsamlı Barış Anlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlandı. Yine bu dönemde, Dr. John Garang birinci cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atandı. Ardından Salva Kiir onun halefi oldu.
Daha sonra Darfur'daki silahlı hareketler ile çatışmaların başına da aynı şey geldi; bu hareketlerin liderlerinden biri şu anda Maliye Bakanı olarak görev yapıyor. Bir diğeri ise Darfur bölgesini yönetiyor ve hükümet ile ittifak kurup daha önce kendisine karşı savaştıkları orduyla birlikte savaşıyorlar.
Dolayısıyla Sudanlı tarafların çeşitli nedenlerle birbirleriyle savaştıkları iç savaşların gerçekliğini kabul etmekten kaçınmak, meseleyi yabancı bir işgalmiş gibi ele almak eski bir gelenek. Yabancı işgal anlatısının ulusal enerjiyi harekete geçirmek, bölgesel ve uluslararası desteği cezp etmek, karşı koyamama durumunda yabancı tarafın büyük güçlere sahip olduğu gibi uygun gerekçeler bulmak, sonra da savaşın çıkmasından kendini değil, başkalarını sorumlu tutmak gibi anlık faydalarının olduğuna inanılıyor.
Ama bütün bunlar, Sudanlı taraflar arasında dönen Sudan savaşlarıydı. İhlallerde bulunanlar, suç işleyenler, sivilleri öldürenler ve katledenler de maalesef Sudan vatandaşlarıydı. Sivil tesisleri, elektrik santrallerini ve halk pazarlarını bombalayanlar da Sudanlıydı. Bunların yabancı bir ülkeye mal edilmesi bu gerçeği değiştirmeyecek, inkâr edip başkalarını suçlamaya çalışmanın da bir faydası olmayacak.
Bu, mevcut Sudan savaşında ve daha önceki savaşlarda hiçbir dış müdahalenin olmadığı anlamına mı geliyor?
Cevap kesinlikle büyük hem de çok büyük bir hayır. Bölgesel ve uluslararası müdahaleler Sudan'da ve hatta iç çatışma ve ihtilaf yaşayan tüm ülkelerde hiçbir zaman eksik olmadı. Ülkelerin öncelikle kendi çıkarları doğrultusunda müdahalede bulundukları, ardından da bu müdahaleye gerekçe oluşturabilecek diğer unsurların devreye girdiği kesin. Ancak bir tarafa silah ve siyasi destekle yardım ve destek sağlayarak yapılan müdahale ile yabancı savaşçılarla doğrudan savaşa girmeyi gerektiren işgal arasında büyük fark var.
Mevcut savaş, her iki taraf sadece sahip oldukları silah ve mühimmat ile savaşsaydı, üç ay bile sürmezdi; bu sürenin sonunda savaşan iki tarafın elinde ateşli olmayan silahlardan başka savaşacak bir şey kalmazdı. Ancak savaşın devam etmesine neden olan husus, bir tür müdahale olan dış kaynak desteğiydi. Bu silahlar ve ekipmanlar, savaştaki taraflara kendilerine duyulan sevgi veya cömertlik nedeniyle değil, olayların gidişatına müdahale ve onları etkileme stratejisinin, savaş durumundan, sonuçlarından ve etkilerinden çıkar sağlama çabasının bir parçası olarak verildi.
Sudanlıların, savaşın ve devam etmesinin sorumluluğunun kendilerinde olduğunu kabul ederek, savaşı durdurma sürecinin gerçek bir milli irade ile gerçekleşebileceğini bilmeleri daha doğru olacaktır. Ancak o zaman kapı zararlı ve kötü niyetli uluslararası müdahalelere kapanabilir. Aksi takdirde savaşlara başka tanımlamalar ve isimler bulmak göz boyamaktan başka bir işe yaramayacaktır.