Washington ve Tahran arasındaki devam eden müzakereler başarısız olursa, İsrail'in İran'ın nükleer tesislerine karşı bir askeri saldırı düzenleme olasılığına ilişkin uyarıların, sızıntıların ve istihbarat değerlendirmelerinin artması, derin bölgesel ve uluslararası gelişmeler gölgesinde İsrail'in kendisi için “varoluşsal tehdit” olarak gördüğü hususlarla ilgili kırmızı çizgileri yeniden tanımlıyor.
“Yakın bir saldırıya” dair konuşmalar artık yalnızca gazetelerdeki spekülasyonlar veya iki taraf arasındaki olağan gerginlik söylemlerinden ibaret değil. İstihbarat raporlarının, İsrailli ve Amerikalı yetkililerin doğrudan ve dolaylı açıklamalarının ve dünya çapındaki düşünce kuruluşlarında açık tartışmaların konusu haline geldi. Daha da önemlisi askeri uzmanlar, İsrail'in bir karar alındıktan sonraki yedi saat içinde saldırı gerçekleştirebileceğini gösteren hava manevralarını, hassas mühimmat ile ilgili hareketliliği ve konumlandırmaları gözlemliyorlar. Yedi saatlik süre, olası Amerikan müdahalesi için dar bir zaman marjı bırakıyor. Peki, gerçekten sıfır saatte miyiz, yoksa olanlar hâlâ İsrail ve ABD tarafından İran'a baskı yapmak için gönderilen karmaşık mesajlaşma oyununun bir parçası mı? Daha geniş bağlam, özellikle bölgede güç dengesindeki değişim, bir saldırı olasılığını artırıyor mu, yoksa zayıflatıyor mu?
İran, askeri eşiğe yakın bir seviyede (yüzde 60) uranyum zenginleştirmeye devam etmesine rağmen, Hizbullah ve Hamas başta olmak üzere bölgesel vekillerinin aldığı, onları caydırıcılık ve destek güçlerinin önemli bir kısmından mahrum bırakan yıkıcı darbelerden sonra pençelerinden çoğunu kaybetti. Ekim 2024'te İran askeri ve istihbarat tesislerini hedef alan yoğun İsrail saldırıları, geçen nisan ayında balistik füzeler için kullanılan katı yakıt stoklarını havaya uçuran Şehit Raci Limanı'ndaki gizemli patlamalar, Tahran'ın asimetrik bir gerilimi tırmandırma hazırlığını ve gücünü açıkça etkiledi.
İran'ın caydırıcılık gücünün bu şekilde aşınması, özellikle ulusal güvenliği “proaktif önleme” mantığıyla tanımlayan, bazen askeri hususları politik olanlardan daha öncelikli tutan bir İsrail hükümetinin varlığı göz önüne alındığında, İsrail askeri saldırı seçeneğinin daha olası olmasının başlıca nedenlerinden biri.
Buna bir de İsrail’deki konsensüsün 7 Ekim 2023 saldırısından sonra kökten değişmesi eklenmeli. Bu tarihten sonra İran nükleer programı gibi varoluşsal tehditlerin bekleyemeyeceği veya çözümünde yavaş diplomatik süreçlere güvenilemeyeceği içgüdüsü baskın hale geldi.
Washington'un Tel Aviv'e, İsrail'in ABD yönetimi tarafından belirlenen zaman diliminin dışında ve Tahran ile devam eden müzakere süreciyle çelişecek şekilde bir saldırı düzenlemesi durumunda, askeri ve diplomatik koordinasyonu geri çekeceği tehdidi buradan yola çıkarak anlaşılabilir. Bu, ABD'de bazılarının İsrail'in İran'a saldırması olasılığını çok ciddiye aldığı izlenimini güçlendiriyor.
Kilit Arap pozisyonları da bu eğilimle örtüşüyor; bölgedeki büyük başkentler, İsrail’in diplomatik çözüm fırsatını boşa harcayacak herhangi bir gerilimi tırmandırma adımını açıkça reddettiklerini ifade ettiler. Bu ülkeler ayrıca Tahran'a doğrudan mesajlar ileterek, onu gerginliği azaltma sürecini karşılıksız bırakmamaya ve tüm taraflar için yıkıcı olabilecek daha geniş bir çatışmaya kaymaktan kaçınmaya çağırdılar.
Bu ABD-Arap şemsiyesinin, askeri tırmandırma olasılığını azaltacağı umuluyor. Netanyahu, ülkesinin tek taraflı hareket etme gücüne ne kadar güveniyor olursa olsun, Amerikan koruması olmadan ve nüfuzlu bölge devletlerin çıkarlarıyla keskin şekilde çelişen herhangi bir büyük operasyonun İsrail'e ağır bir stratejik bedele mal olabileceğinin tamamen farkında.
Durumu daha da karmaşık hale getiren, eğer gerçekleşirse bir İsrail saldırısının klasik anlamda “cerrahi” olmayacağıdır. Paylaşılan bilgiler, bunun günlerce sürecek, İran'ın derinliklerindeki çeşitli yer ve tesisi hedef alan bir operasyon olacağını gösteriyor. Bu ise açık bir tırmandırmaya kayma olasılığının devam edeceği ve İran'ın doğrudan yanıtı korkulan seviyelere ulaşmasa bile, İsrail'e karmaşık güvenlik ve savunma hesapları dayatacağı anlamına geliyor.
Trump, İran tarafına baskıyı sürdürmek için İsrail tehditlerini medya aracılığıyla sızdırmaktan çekinmese de bu, İsrail ve Amerikan hesapları arasında tehlike tehdidini kullanmanın ötesine geçmeyen, geçici yakınlaşmadan başka bir şey değil. ABD Başkanı Donald Trump'ın, kendi iç siyasi ve seçim hesapları, kişisel çıkarları ve mümkün olan en fazla sayıda barış madalyası, özellikle Nobel Ödülü elde etme arzusu doğrultusunda, ABD'nin bölgesel çatışmaya çekilmesini önleyecek “iyi” bir nükleer anlaşma yapmayı tercih ettiği kesindir. Ancak, İsrail saldırıyı gerçekleştirsin veya gerçekleştirmesin, şu anda yaşananlar oyunun kurallarında köklü değişiklikler olduğunu ortaya koyuyor; daha önce vekilleri aracılığıyla caydıran İran, artık bunu yapma konusunda daha az güçlü. Daha önce Amerikan yeşil ışığını bekleyen İsrail, artık daha fazla hareket alanına sahip. Daha önce tüm ipleri elinde tutan ABD, artık “Önce ABD" hesaplarının tutsağı.
Bu, beraberinde getirdiği tüm riskler ve öngörüyle birlikte gerçek bir an. Ya diplomasi gerçek ve sürdürülebilir bir çözümle patlamayı kontrol altına almayı başaracak ya da önümüzdeki on yıllar boyunca Ortadoğu'nun çehresini değiştirebilecek bir çatışmanın ilk bölümlerine tanık oluyoruz.