Hazım Sağıye
TT

Arap Maşrık bölgesi direniş sonrası zorluklarla karşı karşıya

Direnişçinin sesi enkazın altından bile gelse, bizi hâlâ muzaffer olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Gerçekte ise şu anda deneyimlediğimiz ve bir başarı olarak kabul edilebilecek tek gelişme, rejimleri, milisleri ve tüm mağlup “muzafferleri” ile bu direniş sayfasının çevrilmesidir. Hizbullah ve Lübnanlı siyasi müttefiklerine gelince, büyük olasılıkla tüm ülke tarafından karşılanacak büyük bir maliyet ile bu başarıyı engellemeye çalışıyorlar.

Ancak direniş karşıtı başka bir ses, kel adamın komşusunun saçıyla övünmesi gibi, pratikte muzaffer olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyor. İşler bu şekilde tasvir edildiği sürece de yakından inceleme karşısında duramayacak başlıklarla son derece iyimser ve pembe bir tablo çiziliyor. Bazen iddia edilen zaferlerimiz “Başkan Trump savaş istemiyor” sözüne dayandırılıyor. Bazen de ideoloji cehenneminden teknoloji cennetine mucizevi bir geçişi müjdeliyoruz. Ayrıca İsrail ile normalleşmenin yolda olduğu, yeryüzüne barışı yayacak ve savaşlara son verecek doğru yolu izlediği ima ediliyor.

Ancak Trump, hakkında ne düşünülürse düşünülsün, mucizeler yaratan birisi değil, tabi bu dünyada böyle biri varsa. Teknoloji, eşit bir şekilde deneyimlediğimiz ve tüm ideolojilerden arınmış bir sihir değil. Normalleşmeye gelince, bu satırların yazarı barış ve tüm sonuçlarına kronik olarak tutkundur ama normalleşme söylenildiği kadar kolay değil.

Arap ve İslam direnişinin büyük bir yenilgiye uğradığı doğru ve bu, ilgili cephelerden herhangi birinde yaşanabilecek herhangi bir ilerleme için gerekli bir koşul. Ancak, Binyamin Netanyahu ve dinci sağcı partiler tarafından temsil edilen İsrailli normalleşme karşıtlığının da yankı uyandıran bir zafer elde ettiği doğru. Böyle bir gerçeklik hiç kimse için iyi bir haber değil, zira Gazze'deki korkunç sicili ile Batı Şeria'daki yerleşimci siciline ilave olarak, barışa -herhangi bir barışa ve tam anlamıyla bir barışa- tüm kapıları kapatmaya devam ediyorlar. Bu, bölgedeki çatışmaların en uzak kaynağı olan Filistin sorununun, bir çözüm -herhangi bir çözüm- ile sonuçlanmayacağı anlamına geliyor. Bazıları, söz konusu sorunun ivmesini ve etkisini, dolayısıyla başkalarının onu kullanma yeteneğini büyük ölçüde kaybettiğini söyleyebilir ve bu doğru. Ancak yanlış olan, “bir avuç dolar” ile yatıştırılan buharlaşma veya silinmenin, sorunlara çözüm olacağının varsayılmasıdır. Bu şekilde, daha sonra herkesin yüzünde patlayacak, patlama potansiyeli görmezden gelme bir yana, nefret ve acımasızlığı kat kat artıran patlayıcılar biriktiriyoruz.

Suriye ile ilgili müzakerelere dair sızdırılan haberler, istikrarlı ve sürdürülebilir bir barış konusunda daha fazla güvence sağlamıyor. Zira iç duruma ek olarak, istikrarsızlığa yatırım yapmak veya belki de onu daha da kötüleştirip genişletmekle ilgilenen Türkiye gibi taraflar da var.

Bu ve diğer veriler, İsrail Başbakanı tarafından duyurulan “yeni Ortadoğu”nun, direnişçiler ve etkilerinin ortadan kaldırılması gibi olumsuz başarıyı tanımlamak için uygun bir başlık olabileceğini söylememize olanak tanıyor. Olumlu başarıya yani alternatifler için bir temel oluşturmaya gelince, “yeni”nin, sağlam bir gerçekliğe veya toplumsal güçlere dayanmayan bir darbeci ve harici harekete daha yakın olması muhtemeldir. Dahası toplumsal güçlere dayansa da doğal olarak bunlar, iş birlikçi, bağımlı ve güce hayran güçlerdir.

Ancak, İsrail'in eylemlerinden daha önemli olan, Arap Maşrık (Levant) bölgesinin gösterdiği eylemsizliktir. Mevcut dönüşümü uzun vadede topal ve belki de güven verici olmayan kılan da budur. Duyduğumuz iyimserlik ve zafer ifadeleri, bölgenin, ülkelerinin ve yapılarının karşı karşıya olduğu varoluşsal sorulara yanıt olmadığını gizleyen bir perde olabilir. Zira bu büyük dönüşüm anına eşlik edecek veya onu öngörecek ciddi bir hazırlık bulunmuyor. Herhangi bir Maşrık ülkesindeki iç ilişkileri göz önünde bulundurmak, güven içinde uyumanın uyuyanlar için güvenli olmadığı sonucuna varmak için yeterli olabilir.

Bölge direniş sonrası dünyaya nasıl hazırlanıyor? Herhangi bir Maşrık ülkesinde, Suriye'de olduğu gibi değişmeye mahkum olan yönetici yapıların sorunsuz, intikamcı olmayan bir dönüşüm yaşamasını bekleyebilir miyiz? Mevcut durumun kaderi ve gelecekteki beklentiler hakkında genel tartışmaların taşıdığı ve ele aldığı fikirler nelerdir?

Gerçek şu ki, durumumuzun on yıllardır yaşadığı yıkım, ulusal dokularımızın altında yatan zayıflıkla birleştiğinde, durumumuzu düzeltmek ilave çaba gerektirirken, harcanan çaba neredeyse sıfıra eşittir. Irak henüz böyle bir test sürecine başlamadı, ancak böyle bir sürecin yaşanması halinde, sonuçları tahmin etmek zor olmayacaktır. Lübnan siyaseti, ABD Büyükelçisi Tom Barrack'ın bize taşıdıkları ile sınırlıyken, Suriye'deki siyaset neredeyse gelen veya gelmesi beklenen mali rakamların listesiyle sınırlı. Bu faktörler, özellikle yakın ve öngörülebilir gelecekte elbette önemli, ancak bizi bekleyen varoluşsal ikilem çok daha büyük, içsel ve politik olarak ölçülemeyecek kadar daha şiddetli. İkilemi inkar etmek ise bizi birleştiren kültürel bir birliği yansıtıyor. Buna dayanarak direniş yanlısı yenildiğini inkar ederken, rakibi varoluşsal bir ikilem içinde olduğunu inkar ediyor.