İslam ülkeleri dışişleri bakanlarının Cidde'deki olağanüstü toplantısının arifesinde, küresel vicdanın dikkati bir kez daha, bu sefer daha da acil bir şekilde, bölge ve İslam dünyası için en büyük varoluşsal ve kimlik temelli tehdit olan Siyonist oluşuma odaklanıyor. Bu oluşum, Gazze'yi tamamen yerle bir ederek yakıp yıkmış, kadınlara ve çocuklara karşı en korkunç katliamları gerçekleştirmiş, açlık ve kıtlığı yeni icat edilmiş bir soykırım aracı olarak kullanarak sakinlerini zorla göç ettirme yoluyla defalarca yerinden etmiştir. Gıda dağıtım merkezlerini masum, aç kadınlar ve çocuklar için ölüm tuzaklarına dönüştürmüş ve böylece modern çağın en korkunç insani trajedilerinden birine imza atmıştır. Gazze Şeridi'nde yaşananlar, geçici bir askeri çatışma veya sıradan bir insani kriz değildir. Aksine bu, ABD ve Batı'nın tam sessizliği içinde gerçekleşen tam teşekküllü, organize bir soykırım ve apaçık bir etnik temizliktir.
Siyonist oluşumun suçları yalnızca Gazze ile sınırlı değildir. Batı Şeria'da yerleşim yerlerinin hızla genişlemesi, silahlı yerleşimcilerin Filistinlilere karşı, onları zorla yerinden etmeyi ve Batı Şeria'yı İsrail'e ilhak etmeyi amaçlayan terörist uygulamaları, Kudüs'ü Şerif’in Yahudileştirilmesinin yoğunlaşması, ateşkesin tekrar tekrar ihlal edilmesi ve Lübnan'a yönelik devam eden saldırılar, Yemen'de altyapıyı hedef alan saldırılar, Suriye'de devletin temellerini zayıflatma ve ülkeyi bölmek için fitne çıkarma çabaları da buna eklenmektedir. Ülkemde binden fazla şehidin hayatına mal olan İran'a yönelik son askeri saldırıdan bahsetmiyoruz bile. Son olarak, bu oluşumun liderlerinin sözde “Büyük Ortadoğu”ya dair sahte haritalar yayınlamaları, komşularına yönelik yayılmacı niyetleri hakkındaki aleni açıklamaları, bu kanserli tümörün yayıldığını ve tüm bölgeye uzandığını açıkça göstermektedir.
Gazze Şeridi'nin tamamının askeri işgali ve sakinlerinin ücra bölgelere zorla göç ettirilmesi planı, Filistin halkına yönelik meşum soykırım dizisinin yalnızca yeni bir aşamasıdır. Uluslararası mahkemelerin peşinde olduğu Siyonist savaş suçlularının bu uygulamaları ve açıklamaları, bu yapay, gaspçı oluşumun etnik temizlik projesini tamamlama yönündeki “gizli amacını” açıkça ortaya koymaktadır. Özellikle Gazze'nin coğrafi ve siyasi kimliğini ve genel olarak Filistin davasını kalıcı ve geri döndürülemez bir şekilde silmeyi amaçlamaktadırlar.
İşgalci oluşum, Gazze, Lübnan ve bölgenin geri kalanında trajediler üretirken, savaşları körüklerken ve maceralara atılırken, hayati öneme sahip altyapısını bombalayıp yok ederek Suriye'yi parçalamaya, Süveyda gibi bölgelerde kaos yaratmaya çalışmaktadır.
Burada temel ve can alıcı şu soru gündeme gelmektedir: Suriye'den sonra, bölgede hangi ülke askeri saldırı veya işgalin hedefi olacak? Bu oluşumun doymak bilmez yayılmacı hırslarının bir sınırı olduğunu düşünebilir miyiz?
Bu oluşumun Başbakanı'nın, sözde “Nil'den Fırat'a Büyük İsrail” başlığı altındaki yayılmacı ve saldırgan planını uygulama bağlamındaki son açıklama ve eylemleri, sadece geçici bir iddia değildir. Aksine, Suriye, Ürdün, Mısır, Lübnan ve hatta Kuveyt, Irak ve Suudi Arabistan Krallığı da dahil olmak üzere bölgedeki bağımsız devletlerin ulusal egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini ihlal etmeyi amaçlayan bir politika ve stratejinin açık ve doğrudan beyanıdır. Bu ciddi iddia, Birleşmiş Milletler Şartı'nın ve uluslararası hukukun emredici normlarının ihlal edildiğinin açık bir göstergesidir. Bu oluşumun tüm İslam dünyası üzerinde kontrol sağlama yönündeki saldırgan niyetlerini açığa çıkarmaktadır.
Bu koşullar altında bazı Batılı güçlerin, özellikle de ABD'nin bu suçlu oluşum ile sürekli iş birliği yapması ve destek vermesi, suça ortak olmak anlamına gelmekle kalmamakta, aynı zamanda bölge ve dünya barışı ile istikrarı için de giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır. Güvenlik Konseyi'nde tekrarlanan vetolar, bu uluslararası kuruluşun İsrail saldırganlığını durdurma ve suçlulardan suçları için hesap sorma konusundaki sorumluluklarını yerine getirmesini engellemektedir.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) bu olağanüstü toplantısı, işgal altında bulunan Filistin'deki durumun bir felaketin sınırlarını aştığı, bu korkunç insani ve ahlaki trajediyi anlatmaya hiçbir kelime veya ifadenin yetmediği bir zamanda gerçekleştirilmektedir. Şehit ve yaralılar ile ilgili istatistikler bile tek başına şok edici ve utanç vericidir. Son iki yılda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 70 binden fazla insan hayatını kaybetti veya bombardımanlarda yıkılan yapıların enkazı altında kaldı; 170 binden fazla kişi de yaralandı. BM’ye göre, İsrail tarafından her gün ortalama 38 Filistinli çocuk en vahşi yöntemlerle öldürülmektedir. Gazze'nin yüzde doksanı artık yaşanmaz durumda ve İsrail, şehri resmen işgal etmeye ve evsiz nüfusunu Gazze Şeridi’nin güneyine doğru zorla göç ettirmeye başladı. Bu koşullar altında, Batılı güçlerin kapsamlı desteğiyle sarhoş olan bu katil oluşumun Başbakanı Ürdün, Mısır, Lübnan ve Suriye'den başlayarak Suudi Arabistan Krallığı'na kadar uzanan Arap ve İslam topraklarını işgal ve ilhak etme gibi tehlikeli bir niyeti temsil eden “Büyük İsrail” fikrini hayata geçirmekle görevlendirildiğini açıkça ilan etmektedir.
Bu veriler ışığında, yanılsamalara veya kayıtsızlığa yer yoktur. İİT bakanlarının yaklaşan toplantısı, İslam ülkelerinin Netanyahu ve çetesinin doymak bilmez hırslarını dizginleme ve masumları öldürmeye, İslam ülkelerini yerle bir etmeye ve topraklarını ilhak etmeye devam etmelerini engelleme konusundaki ortak kararlılığını pekiştiren bir dönüm noktası olmalıdır. Bu toplantı, Filistin halkıyla dayanışma beyanı veya mevcut durum hakkındaki üzüntü ve endişe ifadeleriyle sınırlı kalmamalıdır. Aksine, bu toplantı İslam ümmeti için gerçek bir tarihi sınav ve belki de İsrail saldırganlığını durdurmak için bölgesel ve küresel bir koalisyon oluşturmak için nadir fırsatlardan biridir. Bu toplantı, yalnızca açıklama yapmak ve kınamalarda bulunmakla sınırlı kalmamalı, Siyonist oluşumu soykırımını derhal durdurmaya ve yayılmacı, ayrılıkçı ve işgalci projelerinden vazgeçmeye zorlayan güçlü bir uluslararası koalisyonun oluşturulması yoluyla azami siyasi ve diplomatik baskının uygulanmasına dönüşmelidir.
Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi de dahil olmak üzere tüm uluslararası kurumlar aracılığıyla, bu suç örgütünün liderlerinden hesap sormak ve cezalandırmak için sıkı bir yasal kovuşturma yürütülmesi ve kapsamlı askeri ve ekonomik yaptırımların uygulanması yadsınamaz zorunluluklardır.
Bu icraatların yanı sıra, BM ve İİT gözetiminde güvenli bir insani koridor oluşturarak, kuşatma altındaki Gazze halkına gıda, ilaç ve yakıtın kesintisiz bir şekilde ulaştırılması için acil ve koşulsuz yardım sağlamak, acil bir insani ve yasal görevdir.
İran İslam Cumhuriyeti, bu toplantının bu etkili, caydırıcı ve acil icraatları koordine etmek için gerekli bir adım olduğuna inanmaktadır. İslam ülkelerinin temsilcileri olarak dini ve insani sorumluluğumuzun yanı sıra, BM Şartı, Soykırım Sözleşmesi ve 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi'ne taraf olan ülkelerimizin yasal yükümlülükleri, Gazze ve Batı Şeria'daki kardeşlerimize yardım etmek, soykırımı durdurmak, suçlulardan hesap sormak ve cezalandırmak, İslam dünyasındaki bu soykırımcı, kanunsuz oluşumun yayılmacı emellerini engellemek için etkili ve ciddi karar almamızı gerektirmektedir. Bu kararları uygulamak için kararlılıkla ilerlemeliyiz.
İbrahim Anlaşmaları gibi aldatıcı vaatlere güvenerek herhangi bir tereddüt, eylemsizlik veya yanılsama, İslam ümmeti için ciddi bir kayba yol açacaktır. Siyonist oluşumun işlediği trajediler ve suçlar karşısında sessiz kalmak ve eylemsizlik göstermek, modern Hitler'in Nazi politikaları ve eylemlerine karşı koymakta oyalanmak, yalnızca Filistin'in mazlum halkına ihanet değildir, aynı zamanda tüm ahlaki ilkelere ve insan medeniyetinin temellerine de ihanet etmektir. Bölge ülkelerinin güvenliği, ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğü için ciddi bir tehdittir. Sloganlar atmanın, açıklamalar yapmanın, kınama ve endişeleri dile getirmenin zamanı geçti. Şimdi, Gazze'deki mazlumların hayatlarını kurtarmak ve İslam dünyasını korumak amacıyla, İslam dünyasında güçlü kararlar almak, bunları uygulamak için tam bir iş birliği ve koordinasyonu geliştirmek üzere söz ve eylemde birlik ve beraberlik zamanıdır. Tarih bugün bizi yargılamaktadır. İslam ümmetinin, tarihinin en acı ve belirleyici anlarında, mazlumları savunabileceğini ve katilleri dizginleyebileceğini kanıtlayalım. İslam dünyasının korunması, bölge ülkelerinin ulusal güvenliğinin ve egemenliğinin güvence altına alınması, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması gibi kutsal bir hedefin gerçekleşmesi, İİT'nın soykırımcı işgalci oluşumun oluşturduğu varoluşsal tehdit karşısında alacağı cesur ve güçlü karara bağlıdır.