Mehmet Atalay
Gençlik ve Spor eski Genel Müdürü ve Basın İlan Kurumu eski Genel Müdürü
TT

Türkiye’de 2002 ruhu

Önce dışarıda Arnavutluk, ardından da içeride de Moldova galibiyetleri, 4 günde, 6 golle, 6 puan toplanması, Eskişehir taraftarının muhteşem coşkusunun şahsında, bütün Türkiye’nin itibarının yeniden ayağa kalkması, herkesin gurur duyacağı günlerin geri geldiğine işaret ediyor...
Şimdi herkes, Şenol Güneş’le 2002 ruhunun geri geldiğine inanıyor...
Son Dünya Şampiyonu Fransa’nın da yer aldığı, son dönemlerin sürpriz fırtınası İzlanda’nın bulunduğu grubumuzda, bize genelde ters gelen Arnavutluk, daha önce puan kaybettiğimiz Moldova, en zayıfı Andorra arasından sıyrılıp ilk 2’de yer almak ve finallere gitmek yolunda büyük bir moral bulduk...
***       ***       ***
Türkiye, futbolda tarihin en büyük başarısını elde ettiği  Kore-Japonya Dünya Kupası’nda, bütün milletlerin gıpta ettiği bir ülkeydi.
Dünya Şampiyonu Brezilya ve finalist Almanya’dan sonra üçüncülük elde eden Türkiye, akabinde, 2003’te Fransa’da yapılan ve  sadece şampiyon ülkelerin katıldığı mini Dünya Kupası’nda da yine üçüncülük başarısını tekrarladı.
Hem de bu sefer, son Dünya Şampiyonu Brezilya’yı eleyerek...
***       ***       ***
2008’de ise İsviçre-Avusturya’da yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda, Fatih Terim yönetiminde, müthiş geri dönüşlerin takımı olarak yarı final oynadı...
Aradan yıllar geçti, Türkiye futbolda tam bir hayalet takım oldu. Başarı grafiği hızla düştü. Bırakın Dünya Üçüncülüğünü, sıradan bir takım haline geldi...
Her önüne gelen takıma yenilen, hiçbir maçta varlığını hissettiremeyen, taraftarına güven vermeyen, özgüvenini kaybetmiş, coşkuyu unutmuş, galibiyetleri bile zoraki alabilen bir Türkiye olmuştu... 
***       ***       ***
Bütün bunlar yetmezmiş gibi disiplinini kaybetmiş, yönetimle hoca arasında huzursuzluklar, hocayla futbolcular arasında kavgalar, tatsızlıklar, tartışmalar, mide bulandıran açıklamalar...
Milletimiz, kendi Milli Takımı’ndan soğumuş, futbolcular artık Ay-Yıldızlı formayı giymekten kaçınır olmuştu.
Yılların tecrübesi Fatih Terim, bile bu sorunları çözmede aciz kalmış, hatta sorunun bir parçası olmuştu...
Terim gidince Lucescu geldi, kadroyu gençleştirmemiz takdir gördü ama ne yazık ki, o da bol bol, mazeret üretti, asla ilaç olamadı.
Ve yeniden Şenol Güneş’in kapısı çalındı. Kaybolan itibarı geri getirmek, milleti yeniden başarıya kenetlemek ve de futbolculara moral motivasyon kazandırması için takımın başına getirildi...
***       ***       ***
Ve Şenol Güneş, 1 haftada müthiş bir bütünleşme sağladı, takımı derledi toparladı, en vazgeçilmez adamı Burak Yılmaz ile 2002’den talebesi Emre’yi gençlerin başına getirerek çok güçlü bir atmosfer oluşturdu...
Güçlü zayıf ayrımı yapmadan Anadolu takımlarından da futbolcuları, ilk defa Milli Takım’a monte ederek ve de kazanma arzusu aşılayarak, takım ruhunu oluşturarak iki maçta da gereken galibiyetleri kazandırdı...
Zaten, neredeyse tüm Türkiye’de herkesin ittifakla istediği bir hoca olarak bu güveni de sağlayarak, ümitleri yeşertmeyi başardı...
Bundan sonra hedef, Haziran’daki Fransa ve İzlanda maçlarında puan ve galibiyetler alıp yolumuzu iyice aydınlatmak... 
***       ***       *** 
Tartışmasız dünyanın şu anda en güçlü takımını yenmek kolay değil ama imkansız da değil. Unutulmamalı ki, Türkiye, güçlü takımlara karşı daha iyi motive oluyor...
Özellikle Şenol Güneş’in, en az onlar kadar keyif veren ve pozisyon bulan futbol oynattığını da unutmayalım...
Geçen yıl Beşiktaş’la Şampiyonlar Ligi’ndeki namağlup grup liderliği ve gösterişli galibiyetleri de, bunun en güzel göstergesi...
Güneş’in bu süreci, yetenekli futbolcuları işleyerek ve maçlara hazırlayarak, en iyi şekilde değerlendireceğinden ve Milli Takım’ı, dev maçlara hazırlayacağından kuşkunuz olmasın...
Sürekli destek, bol sabır ve özveriyle, yarınlara ümitle koşuyoruz...
Milli Takım’ımız, 2002 ruhunu yakalayacak ve yeni, belki daha büyük başarılara yelken açacak... Yeter ki, inanalım ve güvenelim... Bütün dünya, Güneşli Türkiye’yi alkışlamaya hazır olsun.