Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

Huntington’ın hayaleti dünyayı dolaşıyor

Marksizmin kurucusu Alman ekonomist Karl Marx uzun yıllar önce şu meşhur cümlesini söylemişti: Komünizm hayaleti Avrupa'yı dolaşıyor.
Bu ifade gerçek oldu. Bu hayalet daha sonra gerçeğe dönüştü ve sadece Avrupa ile de sınırlı kalmadı. Bugün başka bir hayalet mi dünyayı dolaşmaya başladı? Yoksa kasvetli öngörüleri ile meşhur olan ve 2008 yılında ölen Amerikalı siyaset bilimci ve sosyolog Samuel Huntington tarafından ortaya atılan "Medeniyetler Çatışması" hayaleti mi dolaşmaya başladı?
Huntington’ın teorisi baştan beri bana gerçeklikle ilgisi olmayan bir tez gibi görünüyordu. Zira hoşgörü, iş birliği, yakınlaşma ve medeniyetlerin –zenginlik anlamında- karşılıklı etkileşiminin baskın hale geleceğini, kısa bir süre sonra etnik ve dinler arası çatışmaların barışçıl bir şekilde çözüleceğini düşünmüşümdür. 2007 yılında Rusya’da yayınlanan ve "Medeniyetler Düellosu" başlığı altında geniş çapta popüler olan makalemde bu bakış açısını işledim. Bernard Lewis de çatışma tezini "İslam'a Son Saldırı?" olarak niteleyerek bana destek verdi. Haçlı Seferleri, “İslami Arap Doğu'nun cihad genişlemesine” “yarı cihatçı” bir Batı tepkisiydi. O dönemki medeniyetler arası ilişkiyi eskrim mücadelesine benzetmiştim. Zira ben de medeniyetler arası rekabetin varlığını inkâr etmiyorum.
Eskrim iki tarafın sık sık pozisyon değiştirdiği bir mücadeledir. Kılıcı birbirlerine nadiren değdirebilirler. Genellikle ellerindeki kılıçla beklemede kalırlar ancak dikkatlidirler.
Batı'nın Doğu Arap bölgesine ilk sömürge girişimi sırasında, yani Abbasi döneminde Hıristiyanlar ve Yahudiler, Müslümanlar ile barış içinde bir arada kalabildiler.
Dünyadaki en eski Hıristiyan topluluklarının bugün halen Arap ülkelerinde yaşadığını unutmayalım. İsrail’in Ortadoğu’daki düşmanca genişlemesi başlamadan önce Müslümanların Yahudilerle hiçbir sorun yaşamadıklarını özellikle belirtelim. Orta Çağ Hıristiyan İspanya'sında vahşice zulüm gören Yahudilerin Kuzey Afrika'daki Müslüman Araplara sığındıklarını hatırlayalım.
Haçlı Seferleri’nin Batı Hıristiyan dünyasının Kudüs'ün kontrolünü tekrar kazanma arzusuyla yapıldığı doğrudur. Ancak Doğu bölgesinin zenginliklerini yağmalama, Fransa’nın kendi gücünü pekiştirme isteği gibi etkenlerin de etkili olduğu unutulmamalıdır.
Haçlılar, Arap dünyasının bir kısmına egemenlik kurdukları yaklaşık iki yüzyıllık dönemde Araplardan birçok şey öğrendi. Örneğin, Suriye'de yel değirmenlerini, su çarklarını, posta güvercinini, şeker kamışını, hamamları, zarif kumaşların varlığını öğrendiler. İç çamaşır değiştirme gibi birçok alışkanlık edindiler. Bundan önce de kadim Arap bilimleri ile çeviri yoluyla tanışma imkânı elde ettiler. Başka bir deyişle bu uzak dönemde bile Batı ve Arap İslam medeniyetleri arasında karşılıklı bir etkileşim ve zenginleşme olmuştur.
Yeni Haçlıların, 1683’te meydana gelen Viyana kuşatması hakkında yaydıkları efsanelerin aksine çokuluslu bir yapıya sahip Osmanlı İmparatorluğu, Fransız Katolik Kralı 14. Louis ve Protestan Macar Kralı Tökeli İmre ile birlikte ve Ukrayna Kazaklarının katılımı ile Viyana'ya bir kuşatma girişiminde bulundu.
Öte yandan, Viyana savunma kuvvetleri yalnızca Habsburg vatandaşlarını ve iktidardaki Polonya'yı değil aynı zamanda Müslüman Tatarları da içeriyordu. Aynısı, 1380’deki Kulikovskaya Muharebesi’nde de yaşandı. Ruslar "Mamay Han" Altın Ordu Devleti’ne karşı savaşmış ve zafer kazanmıştı. Tatarlar, Rus askerleri ile yan yana savaşırlarken cephenin diğer tarafında Altın Ordu askerleri ile birlikte Litvanyalı Hıristiyanlar ve Cenevizli paralı askerler vardı. Durum böyleyse o dönem için tek bir Hıristiyan Avrupa’dan bahsedebilir miyiz?
Ancak bugünkü gerçeklikler yeni sürprizleri de beraberinde getirdi. Nefret ideolojisini benimsemiş El-Kaide ve DEAŞ gibi radikal suç örgütleri var. Bu nefretleri yalnızca Müslüman olmayanlara yönelik değil, bilakis onların bu İslam ruhuna aykırı görüşleri, sevgi ve barışı öne çıkaran tüm Müslümanlara yöneliktir.
İslam Karşıtlığı (İslamofobi), Arap ve göçmen düşmanlığı da artmış durumda. Bazı süper güçler, kuvvet kullanmak suretiyle İslam ülkelerinin iç işlerine karışıyor ve egemenliklerini ihlal ediyor. Her iki taraftan da yöneticiler, bu yeni fenomenle son derece zor bir mücadele yürütüyor. Daha da tehlikeli olanı ise bazıları sorumsuz eylemleriyle diğer tarafı radikalleştirdi ve krizleri ateşledi. Aynı zamanda, küreselleşme olgusunun evrimine rağmen, İslam dünyası ile Batı dünyası –hatta Hıristiyan dünyası- arasında çatışma daha da attı ve medeniyetler arası düşmanlık ve karşıtlık daha da belirgin hale geldi.
George W. Bush’un sözde terörle mücadeleyi Haçlı Seferleri’ne benzetmesinin İslamofobi yolunu açtığını hatırlatmak isterim.
Bugün terörist saldırıları yapanlar sadece DEAŞ militanları değil. Son kanlı terör eylemi, yabancı ve İslam karşıtlığı temelinde Avustralyalı terörist Brandon Tarrant tarafından iki camide gerçekleştirildi. Sembolik değeri olan Yeni Zelanda'daki Christchurch (Mesih’in Kilisesi) kasabasının seçilmesi bilinçli bir tercihti. Bu, bütün dünyayı sarsan bir terör eylemiydi. Tüm ülkelerdeki insanların ve farklı din mensuplarının çoğunluğu tek yürek oldu. Bu tür nefret duygularını körükleyen eylemleri önleme çabalarının artmasını, bu türden eylemlerin yaşanmasına zemin hazırlayanların da ortaya çıkarılmasını temenni ettiler. Fakat daha da önemlisi, devletlerarası ilişkilerde medeniyetler arası iş birliği ve etkileşim geleneklerinin geliştirilmesini talep ettiler. Şu da anlaşıldı ki teröristlerin İslam, Hıristiyan veya başka herhangi bir dine ait değerleri yoktur. Esasında onların dinleri de yoktur.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Zelanda'daki terörist saldırıyı en az Müslüman ülkelerin liderleri kadar sert bir şekilde kınadı. Saldırı, Batı ve Yeni Zelanda'nın bizzat kendisi tarafından da kınandı. Ayrıca tüm insanlar, mağdurlarla beraber olduklarını, onları içten sevdiklerini hissettirdi. Aynı zamanda Avustralya’dan gelen bazı yorumlar, Müslüman nüfusun kendi sınırları dışına göçünü sınırlandırmak için alınan katı tedbirleri haklı göstermek için bu tür eylemlerin kullanılabileceğine dair kaygılar uyandırdı.
Bu bağlamda dinler arası ilişkilerin geleceğine dair endişeleri artıran husus, Avrupa'daki sağcı milliyetçi partilerin artan popülaritesidir. Avrupa'nın ise aşırılık yanlısı sağcı bir teröristin gerçekleştirdiği kanlı saldırıdan sonra bile tehlikenin farkına varmaması ilginçti. Ne zaman ki Finlandiya Dışişleri Bakanı Timo Soini, göç karşıtı muhafazakâr grup Soldiers of Odin (Odin'in Askerleri) yanlısı bir kişi tarafından saldırıya uğradı, bazı şeyleri fark etmeye başladılar. Soldiers of Odin grubu, Neo-Nazi İskandinav partisi olan “Kuzey Direniş Hareketi” ile ilişkili olan ve ırk ayrımcılığı yapması ve nefret söylemi nedeniyle mahkeme kararıyla yasaklanmış bir harekettir.
İslam ülkelerinin ve İslam dışı ülkelerin liderlerinin ve politikacılarının irfanına güveniyoruz. Türkiye Cumhurbaşkanı, Avustralyalı bir katil tarafından gerçekleştirilen bir katliamda şehit düşen din kardeşlerine yönelik duyduğu üzüntüyü defalarca dile getirdi. Ancak bu sadece bir din meselesi değildir. Orta Çağ'da olduğu gibi kimsenin “kazanımları yeniden elde etme” düşüncesine kapılması muhtemel değildir. Bu nedenle, Erdoğan’ın İstanbul'un Konstantinopolis'e dönüştürülmesine izin vermeyeceğini ifade etmesi pek uygun düşmemiştir.
Avustralya ve Yeni Zelandalı yetkililer de memnuniyetsizliği dile getirdiler. Zira ABC kanalında yayınladığı haliyle Erdoğan şunu söylemişti:
“Müslüman karşıtı görüşlere sahip olan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar bilmelidirler ki nasıl ki dedeleriniz geldiler ve burada olduğumuzu gördüler, Gelibolu Savaşı’ndan sonra kimi ayakta kimi tabutta geri döndüler. Aynı niyetle gelecekseniz sizi de bekleriz. Sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan hiç şüpheniz olmasın.”
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Winston Peters ile yaptığı görüşmede Yeni Zelandalıları Türkiye'de sevgi ile karşılamaya devam edeceklerini vurguladı. Krizin üstesinden böylece gelinmiş oldu.
Avrupalılar bu çerçevede göçmen topluluğunun temsilcileri tarafından kendilerine uygulanan şiddet olaylarına sert tepki veriyor. Hollanda'nın Utrecht kentinde masum insanları hedef alan Türk katilin hedefinin intikam olduğuna dair söylentiler de var.
Türkiye meselesine yeniden değinmek isterim.
Bugün Rusya için Türkiye en önemli stratejik ortaklardan biridir. İstanbul’un Rus turistlerin en çok ziyaret ettiği şehirlerden biri olduğunu belirtmek isterim. Rus nüfusun büyük bir kısmının Türklerle yakın ilişkileri var.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanıdığını ilan etmesi, bu çatışma ortamında ateşe benzin dökmek anlamına geliyor. Bu açıklama tüm Ruslar arasında derin bir öfke uyandırdı. Putin'in Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov şunları söyledi:
“Bu tür çağrılar Ortadoğu’daki gergin durumu daha da istikrarsızlaştırabilir. Her halükarda bu önerinin bizzat kendisi Ortadoğu barışının amaç ve hedefleriyle örtüşmemektedir. Bilakis aksi bir amaca hizmet etmektedir.”
Rusya, Trump’ın tek taraflı aldığı kararlar ne olursa olsun Golan’ın -uluslararası hukuk açısından da böyledir- işgal edilmiş bir Suriye toprağı olduğunu kabul etmeye devam edecektir.
Hepimiz el ele vererek bu şiddet ve kanunsuzluk döngüsünü durdurabilecek miyiz? İnsanlığı tehdit eden bu hayaletin canavara dönüşmesini engelleyebilecek miyiz?