Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

İki Devletli Çözüm serapa dönüşmesin

İsrail-Filistinliler arasındaki ilişkiler, İsrail-Filistin sahnesindeki fırtınalı değişiklikler ışığında giderek daha da gerginleşiyor.
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi, Binyamin Netanyahu hükümetinin Golan Tepeleri’ni Başkan Donald Trump’un desteğiyle ilhak ettiğini açıklaması, Yahudi yerleşim yerlerine yasal statü atfı, Washington’un Filistin İdaresi’ne ve Birleşmiş Milletler (BM) Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu’na (UNRWA) maddi yardımda bulunmasının durdurulması kararı, bu gerginliğin sebepleri arasında..
Bilindiği üzere UNRWA 1949’taki kuruluş tarihinden itibaren, Suriye, Lübnan ve Ürdün Nehri’nin batı yakası ile Gazze Şeridi’ndeki Filistinli mültecilere yardımda bulunuyordu.
ABD Dışişleri Bakanı Michael Pompeo’nun Washington’un artık ‘’Batı Şeria’daki İsrail yerleşim yerlerinin uluslararası hukuku ihlal etmediğini düşündüğü’’ yönündeki son açıklaması ve Filistinlilere yönelik boğucu adımların atılması, BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin Devleti’nin kurulması yönündeki kararlarını bir serapa dönüştürüyor.
Bu bağlamda, Amerikan’ın ‘yüzyılın anlaşması’ planlarını dikkate almak gerekir. ABD'nin eski İsrail ve Mısır büyükelçisi Profesör Daniel Kurtzer bu planı bir “yanılsama” olarak addetmiş; “Dikkatimizi asla uygulanmayacak bir plana odaklamak zorunda kaldık, bu durum iki devletli çözüm kararının da iptal olmasını mümkün kıldı’’ demişti.
Ancak asıl mesele, İsrail toplumundaki radikal tutum değişikliğinde yatmaktadır. Yorumcu Gideon Levy'nin acı bir gerçeklikle ifade ettiği gibi, halk arasında ‘işgal’, ‘Filistin devleti’ ve ‘Oslo anlaşması’  gibi kelimeler neredeyse hiç dillendirilmiyor. Levy şöyle yazmıştı; “İşgale muhalif olan azınlık şimdi beyaz bayrak çekse yeridir. İsraillileri tezlerine ikna etmeye çalışıyorlar ama ne konuşacakları biri ne de konuşulacak konu var gibi. Söylemlerinin İsrail kamuoyunda alıcısı yok, sadece onurlu bir avuç cesur direnişçi söz konusu.’’
Levy ‘İşgalin’ zorunlu olarak son bulacağını öngörüyor ve dünyanın gelecekte İsrail’e sırtını dönebileceği konusunda uyarıyor: "İşgal sona erecek bu kaçınılmaz son, tedrici olarak zamana yayılmayacak, ansızın dramatik bir şekilde gerçekleşecek. Güney Afrika’da olduğu gibi, Filistinliler için uluslararası destek her zamankinden daha fazla olacak ve şimdi çok güçlü görünen kartondan ev çökecek.”
Şunu görmek gerekir ki; batılı gözlemciler arasında İsrail’i geçmişteki Güney Afrika’ya benzeten şahsiyetler var. Bu insanları anti semitik, ‘Yahudi düşmanı’ ya da ‘self-hating jews ‘kendi kendinden nefret eden Yahudi’ kategorisine koymak asla mümkün değildir. İsrail'in sağ kanadı İsrail'deki mevcut hükümeti eleştirenlere hemen bu vasıfları atfediyor, oysa Başkan Trump ve Netanyahu'nun eylemlerinin, Filistin-İsrail çatışma bölgesindeki durum üzerindeki olumsuz etkileri açıktır.
Özellikle Rus toplumunda Pompeo’nun ifadesinden kaynaklanan derin hayal kırıklığı sonrasında, BM Güvenlik Konseyi kararlarında da öngörüldüğü gibi, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti’nin kurulması bir yana, yakın gelecekte uzun süredir devam eden Filistin-İsrail bölgesel ihtilafının çözülmesi de mümkün görünmüyor.
İsrailli ünlü şair ve romancı Yitzhak Laer, 30 Nisan 2019 tarihli Haaretz gazetesinde şöyle yazmıştı;  “Sağ kanatta göreceli olarak yeni bir popülizm olgusu var. Irkçılık, dincilik, yabancı nefreti, aşırı milliyetçilik rejim karşıtlığı olarak algılanıyor. Oysa bu rejimin düşmanları Filistinlilerden başkası değil.’’
Laer, "İşgal, Filistinlilerin kitlesel olarak tahrip edilmesine yol açtığında, Yahudilerin buna bir tepkisi olmamıştı. Şimdi de Netanyahu, Arap milliyetçiliğinin yıkıntılarının şemsiyesi altında, Yahudi kamuoyunda can sıkıcı bulunan ‘işgal’ kelimesinin varlığını yok etmiş durumda.’’
Filistinlilerle barış fikrine adanmış olan İsrailli azınlığına yönelik dilde de değişiklikler oldu. Yönetim, en küçük eleştiriyi ihanet addediyor. 
İsrail'in iktidar kuruluşu, yurtdışında İsrail'de yaşanan ‘ırk ayrımcılığı (ve hatta tehlikesi) hakkında konuşulduğunda çok kırgın olabiliyor. Eski Fransız ABD Büyükelçisi Gerard Araud (bundan önce ülkesinin İsrail büyükelçisiydi ve orada pek çok arkadaşı var), Nisan sonunda The Atlantic’te yayınlanan demecinde; “İsrail’in, Filistinlilerin tüm haklarını yok sayan bir karar vermesi zor, ne onların devleti olmasını kabullenebilir ne de onlara vatandaşlık verebilir. Bunun yerine bir devlet politikası olarak başvurdukları yöntem ‘ırk ayrımcılığı’dır. İsrail resmiyette ayrımcılığa yönelmiştir” demişti. Bunun üzerine Fransa'nın İsrail büyükelçisi Alain Le Gall hemen İsrail Dışişleri Bakanlığı'na çağrılmış ve Araud'un ifadesiyle ilgili bir protesto notası verilmişti.
Şubat 2019’da İsrail makamları, kurulduğu günden bu yana en şiddetli mali krizle yüzleşen Filistin Otoritesini sıkıştıran bir karar daha aldı. Bu karara göre; İsrail’de çalışan Filistinliler’den toplanan vergilerin bir kısmının Filistin hükümetine verilmesine son verildi. Daha önceleri bu bütçe Filistin Hükümeti tarafından Şehit aileleri, İsrail hapishanelerindeki mahkûm ve esirlere destek olarak kullanılıyordu. İsrail hükümeti aylık 11.5 milyon doları bulan bu desteği, terörle ilişkilendirerek ödemeye son verdi. Önceleri Filistin bütçesine düzenli olarak aktarılan bu meblağın kesintiye uğratılması, İsrail yönetiminin, Filistin meselesini iki devletli çözüm ilkesini reddeden yeni stratejisiyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor. İsrail sağına göre, İsrail’le tüm zamanların en iyi ilişkisi içinde olan ABD yönetimi ‘Filistin Meselesinin’ kapatılması yönünde altın bir fırsat verecek gibi görünüyor. Öte yandan Mahmud Abbas, ilgili mali kesintinin devam etmesi durumunda tüm vergileri reddedeceğini belirtmişti.
Filistin hükümeti de 24-26 Haziran tarihlerinde ABD tarafından organize edilen ‘refah için barış’ kongresine katılmayı reddetti. Ki bu kongrede Washington tarafından, Filistinlilere bazı mali vaatlerde bulunarak teslim olmalarını öngören plan da sonuçsuz kalmış oldu. Nitekim bu plan Filistinlilerin onurunu zedeleyici, başta devlet kurmak olmak üzere haklarını yok sayan bir denemeydi.
Rusya, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun açıklamalarını reddeden bir tutum takındı. Bahreynli mevkidaşı ile görüşmesinde Sergei Lavrov; “Son olaylardaki gelişmeler bizi fazlasıyla kaygılandırıyor, ABD’nin uluslararası kararları hiçe saymasını kastediyorum. Sadece İsrail ve Filistinliler arasındaki doğrudan müzakereler ihtilafın çözümünü mümkün kılabilir” demişti.
Doğrusu Pompeo’nun “sadece sahadaki gerçekliği dikkate aldıkları” yönündeki ifadesi dehşet verici. Eğer bu mantıkla gidersek Rusya da Donetsk ve Lugansk eyaletlerinin kendi toprağı olduğunu uzun süre önce kabul etmeliydi ancak bunu yapmaya niyetli değiller. Filistin toprakları ise iki ülke arasında taksim edilmeli ve bu ülkelerden biri de şüphesiz Filistin Devleti olmalıdır.