Hazım Sağıye
TT

​Filistinliler ve Filistin adına söylenen bu yalan neden bugün yeniden serpilip gelişiyor?

Birkaç gün önce Lübnan İçişleri Bakanı Muhammed Fehmi yerel bir televizyon kanalına çıktı. Bakanın söylemek istediği şey, koronavirüs salgını ile mücadele amacıyla “tam karantina” çağrısı yapmaktı. İçişleri bakanının bu tür açıklamalarda bulunması anlaşılır ama asıl anlaşılmayan Fehmi’nin karantinan uygulanmaması durumunda toplumun içeriden parçalanacağı ve bunun “Siyonist düşmanın açık bir hedefi” olduğu sözleriydi.
Bu ifadeler birçok kişi tarafından alayla karşılandı. Bilhassa, Siyonist düşmanın kurbanları varsayılan Filistinlilerin, Lübnan’a dönmelerinin nasıl engellendiklerini hatırlayanlar tarafından. Ancak mesele saçmalık ve alayın ötesindedir. Filistinlilerin acılarına, haklarına ve davalarına bir hakarettir. Ucuz görmekten doğabilecek bir kolaya kaçmadır.
Buna rağmen, bu tür ele almaların bu kadar yaygın olması, Filistin meselesinin kolay ve ucuz görülebileceğine işaret etmektedir. Ne yazık ki Filistin meselesi kolay, yaygın ifade ve sloganlardan ibaret hale getirildi.
Muhammed Fehmi, yaygın bir modayı taklit eden biri gibi safça davrandı. Kendisi otomatik hale gelen bir ifadeyi Pavlov’un köğeği gibi tekrarladı. Ama onun dışında bu dili konuşan ve başka bir gezegende yaşamak ile bu gezegende aldatmayı birleştiren kişiler de var.
Örneğin, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah Dünya Kudüs Günü vesilesiyle yaptığı konuşmada, “Bugün tüm uluslararası ve bölgesel dönüşümlere ve ayartmalara rağmen Kudüs'e ve kurtuluşuna daha yakınız” dedi.
Lübnanlı ve direniş eksenine bağlı “el-Ahbar” gazetesi Nasrallah’dan birkaç gün önce 1948 tarihinde yaşanan Nekbenin (Büyük Felaket) 72’inci yıl dönümünü Filistin’in “kökünden sökülmesinin zor olduğunu” vurgulamak için bir fırsat olarak gördü. İyimserlik dolu yazarlarından biri şu anda yaşananların “Nekbe ya da sonraki dönemlerdekinin aksine Siyonist İsrail devletinin çıkarına olmayan bir güç dengesinde yaşandığını” ifade etti. İran Dini Lideri Ali Hamaney de her zamanki gibi uzaktan kendi görüşünü lütfetti. Dini Lider’e göre çözüm, İsrail’in tamamen ortadan kaldırılmasıdır. (tabi hemen sonra sözlerini düzeltip Yahudi halkını bunun dışında tuttu).
Nihai çözüm bildiğimiz gibi Avrupa’da Yahudileri yok etmeyi amaçlayan Nazi projesinin kullandığı bir ifadeydi.
Tabi ki bu dil yeni değil. Arap politikacılar ve aydınlar tarafından en azından 1936 yılından bu yana yükselen ve alçalan bir tonda kullanıldı. Bugün kullanım oranı yeniden artarken yıldızı da aramızda daha çok parlıyor. Açıkçası bu artış, acziyetin ve sözlü rahatlama ihtiyacının artması ile yakından ilişkilidir.
Mesela, İsrail uçakları ya da İHA’ları ne zaman Şam semalarında uçtuğunda ve vurduğu hedeflerin sayısı her yükseldiğinde tehdit ve intikam sözleri de uçuşmaya başlıyor. İsrail devleti bugün olduğu gibi düşmanca programını (Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini topraklarına katma) gizlemeyen bir koalisyon hükümeti kurduğunda Kudüs’e ve orada namaz kılmaya daha yakın olduğumuzu vurgulayan açıklamalar da artıyor.
Ancak sözlü vaatlerin uçuş sıklığı başka bir nedenle bağlantılı: 1978 yılının eylül ayında imzalanan Camp David Anlaşması ile Mısır’ın Arap-İsrail çatışması arenası dışına çıkmasından sonra militan söylemler gelişti ve Kudüs’ü kurtarma ve orada namaz kılmaya dair destansı vaatlerde bulundu. Bu dil, 1967’deki yenilgiden hemen sonra yenilgiye karşılık olarak gelişti. Daha sonra bir süreliğine kabuğuna çekilse de Mısır ve İsrail arasındaki anlaşma nedeniyle Arap savaş kapasitesinin gerilemesinden duyulan korkunun dolaylı bir ifadesi olarak yetmişli yılların sonunda yeniden canlandı. Bugün, Irak ve Suriye’nin de bu çatışmanın dışında kaldıklarını açıkça görüyoruz. Suriye, yıkık, bölünmüş ve birçok işgal altında olduğu, Irak bölünmüş, yoksul ve dış nüfuz sahipleri arasında kalmış olduğu için. Bazılarının Kudüs’ün İran tarafından kurtarılacağına güvenmeleri ise adeta mevcut duruma tüy dikiyor .
Böyle asgari derecedeki gerçekçi rasyonellik, söz konusu yüksek derecede sözel mantıksızlığı gerektiriyor.
Öte yandan, ne söylediğini bilen Filistinli yazar Muhammed Şhada, İsrailli Haaretz gazetesinde, “İsrail’in toprak ilhakının taşıdığı ciddi riskleri doğrulamaya ihtiyacımız yok. İlhakın resmi bir şekilde uygulanmasıyla gelecekte herhangi bir İsrailli hükümetin geri adım atması ya da neden olacağı zararın bir bölümünü ortadan kaldırması neredeyse imkansız olacaktır” diye yazdı.
Ancak aynı zamanda Mahmud Abbas’tan Hamas’a Filistinli liderlerinin de toprak ilhakına karşı hiçbir stratejiye sahip olmadıklarına, ne yapacağını bilemeyen, hizipçi veya tutarsız herhangi bir Filistin karşılığının İsrail yayılmacılarının hayallerini gerçek yapacağına da dikkat çekti.
Bir başka Filistinli yazar Macid Keyyali son olarak “Nikaş el-Silah” (Silah Tartışması) adını verdiği bir kitap yayınladı ve şu sonuca vardı: “Filistinlilerin durumu çeşitli açılardan daha iyi olsa bile mücadelelerini ve fedakarlıklarını değerlendirme yetenekleri destekleyici bir Arap gerçekliği ve uygun bir uluslararası durum gerektiriyor. Bu arada, sert, karmaşık, uzun ve ıstıraplı mücadelede fedakarlıklar ile kazanımlar, maliyet ve getiriler arasında denge kurulmalı. Çağdaş Filistin ulusal deneyimindeki asıl zorluk burada saklıdır.”
Bunlar, bu gezegende yaşayan ve kendisine ya da Filistinlilere yalan söylemek, yalanı geleceğin tek stratejisine dönüştürmek istemeyenlerin söyleyeceği türden sözlerdir.