Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Çin, Rusya ve İran

Uluslararası sistemdeki koşullar, üç ülkeyi yeni bir oluşumda birbirlerine yakınlaştırıyor. Bu oluşum, askeri bir ittifak ya da ekonomik gruplaşma olarak tanımlanamaz. Kendisi ancak ülkelerin ekonomik darboğazın yükünü ve bazıları görünür bazıları da gizli siyasi baskıları hafifletecek taraflara olan gereksinimlerini karşılayan politik bir fikir birliğidir.
Üç ülkenin anahtarı, ABD’nin kendisi ile nükleer ortaklığını bozduğundan bu yana ağır yaptırımlarla kuşattığı İran’dır. Yaptırımlara bir de İran’ın bölgenin merkez üssü haline geldiği korona krizi, kimi zaman halk hareketi kimi zaman da ne zaman patlayacağı bilinmeyen bastırılmış bir öfke biçiminde ortaya çıkan iç rahatsızlık eklendi.
Bir şekilde İran, Ortadoğu ve dünyadaki büyük genişlemesinin bedelini ödemeye başladı. Başlangıçta bu genişleme bir güç ve bir dereceye kadar statü ifadesi iken sonunda pahalıya mal olmaya başladı. Öyle ki İran, Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye’deki müttefiklerinden Velayet-i Fakih devletine az da olsa yardımda bulunmalarını talep etmeye başladı. Her ne kadar bunun aksi düşünülse de İran’da bu durumun sürdürülebilir olmadığını fark edebilecek kuşkusuz yeterince akıllı kişi vardır.
İran rejimi bir anda kendisini, gölgede saklanan ama bir yandan da Irak ve Suriye’deki üslerini vuran, silah sevkiyatlarını hedef alan, bizzat İran’ın içinde saldırılar düzenleyerek nükleer tesislerine çok yakın olduğu iyi bilinen yerlerde bir dizi yangına neden olan düşmanlarla askeri bir yüzleşme içinde buldu.
Zayıflıktan kaynaklanan İran çıkmazının karşısında ise güçten kaynaklanan Çin çıkmazı yer alıyor. Çin, küreselleşmeden faydalanarak, küresel yatırımları cezbedip uluslararası üretim zincirlerini tekeline alarak son 30 yılda gittikçe genişledi. 1992 yılında Çin, GSYİH sıralamasında onuncu sırada yer alıyordu. 2008’de ABD ve Japonya’nın ardından üçüncü oldu. 2010’da Japonya’yı geçerek ikinci sıraya yerleşti. Dünya Ekonomik Forumu'na göre 2024'te ABD'yi de geçecek. Aslına bakılırsa, GSYİH doların satın alma gücü ile hesaplandığında Pekin zaten Washington'u geride bıraktı. Üstelik 3 trilyon dolar nakit rezervi ve ABD hazinesi bonosu bulunuyor. Böyle bir durumda ve korona krizinin üstesinden gelme konusunda gösterdiği beceriden sonra Çin, ABD’nin kendisine yaptırım ya da ticari baskı uygulamasını kabul edecek bir devlet olmaktan çıkmıştır.
Rusya'ya gelince, dünya siyasetindeki davranışlarını şekillendiren güçlü ve zayıf birimleri vardır. Rusya, Sovyetler Birliği’nin mirasını devraldığında, silahlarını, askeri ve nükleer kapasitesini, bir zamanlar Devlet Başkanı Putin’in de mensubu olduğu istihbarat organlarını da miras aldı. Sovyetler yıkıldıktan sonra Rusya,10 yıl boyunca bir kaos ve mafya örgütlerinin Rus yaşamına egemen olduğu bir dönem yaşadı. Halk o kadar yoksul düşmüştü ki karşılığı yeni bir tür otoriterlik olsa da istikrar, otorite ve gücün egemenliğinde geçirdiği günlere özlem duyar oldu. Böylece Rusya, büyük devletler arasına geri dönmeye ve kendisine bir statü oluşturmaya hazır hale geldi. Bunu da uzay çalışmalarını sürdürerek, Gürcistan, Suriye ve Ukrayna’da aktif askeri müdahalelerde bulunarak ve Doğu Akdeniz’de varlık göstererek gerçekleştirdi. Dolayısıyla bu Rusya, ne Kırım Yarımadasını ilhak ettiği için kendisine uygulanan Batılı yaptırımları, ne de Batı’daki seçimlere (2016 ABD başkanlık seçimleri) ve referandumlara (Brexit 2016) müdahale ettiğine dair sürekli suçlamaları kabul etmeye hazırdır.
Böylece bu 3 ülkede de koşullar, yaptırımlar dayatan, koronavirüs salgınının sorumluluğunu Çin’e, demokratik ülkelere nüfuz etmeyi de her zaman Rusya, kimi zaman da Çin’in omuzlarına yükleyen, suçlayıp yargılayan ABD zorbalığına direnmek için bir tür blok oluşturmak için uygun hale geldi. En büyük baskıya İran maruz kaldığı için Çin’e reddedemeyeceği, 25 yıllık sürecek ve bir dizi ekonomik ve güvenlik sözleşmelerini kapsayan bir anlaşma önerdi ve imzaladı. Yeni ortaklık, Çin sermayesinin İran'ın enerji endüstrisine akmasını sağlamanın yanı sıra Başkan Donald Trump’ın İran’a karşı uyguladığı yaptırımlar kampanyasının etkisini sınırlama riski de taşıyor.
Yeni anlaşma, Çin Halk Cumhuriyeti'ne ise İran’dan ithal edeceği petrolün fiyatında çeyrek yüzyıl boyunca düzenli bir indirim sağlayacak. Bunun karşılığında İran, güçlü izleme teknikleriyle donatılmış Çin ordusu ile arasında kurulacak güvenlik ve araştırma işbirliğinden faydalanacak. Pekin’in yabancı enerji ve petrole olan ihtiyacı, bilindiği gibi uzun bir geçmişe sahip. Çin, enerji ihtiyacının yüzde 75'ni ithal ediyor. Bu nedenle de dünyadaki en büyük petrol ithalatçısı. Tahran ile böyle bir anlaşmaya varmak rejimi, çıkarlarına daha az dost ülkelerden petrol satın almaktan ve bağımlı olmaktan kurtaracak. Keza Çin’e diğer enerji kaynaklarının baskılarından bağımsızlaşma imkanı da tanıyacak.
Öte yandan, İran’ın Çin ve Rusya ile ilişkileri nükleer alan ile ABD'nin çekildiği 5 + 1 nükleer anlaşmasını da içeriyor. Tahran, Washington’un müttefiklerine uyguladığı baskıyı hafifletmek istiyor. Bu yüzden, Moskova ile ilişkilerini, nükleer alan ve Suriye’de ortak hareket etmekle (İran, Rusya ve Türkiye’yi içeren Astana Süreci, Suriye krizinin çözülmesi girişimlerinin çerçevesi haline geldi) yetinmedi. İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Moskova’ya düzenlediği son ziyaretle Çin gibi kendisi ile de 20 yıl sürecek kapsamlı bir anlaşmaya varmanın ilk adımını attı. Varılmak istenen anlaşma açıktır, ABD yaptırımları karşısında perspektifleri birleştirmek, ona direnmek ve kendisinden kurtulmaktır. Durum bir tür İran, Çin, Rusya ittifakına dönüşür mü yoksa bu ittifak daha yapım aşamasında mı bilemiyoruz. Kesin olan şu ki, 3 ülkenin perspektiflerinin birleşmesi, ABD tarafından sürdürülmekte olan ambargoyu, İran’ın müttefiklerine uyguladığı yaptırımları ciddi bir şekilde delerek Tahran’ın az da olsa nefes almasını sağlayacaktır.
Üç ülke için cazip olsa da bu yönelimin ikilemi, ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarının Donald Trump yönetiminin sona ermesine yol açması halinde geri çekilmelere açık olmasıdır. Biden, İran ile nükleer anlaşmaya dönme ya da İran’ın Suriye’de, Hizbullah’ın da İsrail’e karşı nüfuzunun gerilemesini sağlayacak müzakereler sonucunda benzer bir anlaşmaya varma niyetinde olduğunu gizlemiyor.  Öte yandan, İran iç sahnesi de bu tür uzun vadeli anlaşmaları hazmetme eğiliminde değil. Nitekim Çin ile imzalandığı söylenen anlaşma muhafazakarları da kızdırdı. Böylece İran’daki iç öfke, sağ ile solu birleştirmiş oldu.
Diğer yandan, Çin ile Rusya arasında da bağımsız bir işbirliği bulunuyor. Nitekim Güvenlik Konseyi’nde Suriye ile ilgili yapılan son oylamada bunu açık bir şekilde gösterdi. Aynı şekilde her ikisinin de Ortadoğu, Avrupa ve Asya’da çeşitli çıkarları bulunuyor. Bu da Tahran’ın Pekin ve Moskova’yı cezbetme girişimlerinin bu bölgelerdeki ülkeler ile Rusya ve Çin arasında çok sayıda hassasiyete yol açabiliyor. Bu anlaşmalardaki dönüm noktası belki de ABD seçimlerinin sonuçları olacak. Trump bir kez daha seçilirse, onunla birlikte başlayan ABD baskıları ve yaptırımlarına karşı direnmek ve mücadele etmek söz konusu anlaşmalar için bir gerekçe oluşturabilir. Zira Trump ikinci başkanlık döneminde, İran’a karşı sürdürdüğü baskının sonuç vermesini, bölgesel yayılmacı ve müdahaleci davranışlarından, nükleer ve balistik füze geliştirme programlarından geri adım atmasını sağlamasını umuyor.
Bekleyip göreceğiz.